İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği 26. İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörü Işıl Kasapoğlu, “Muhalefet etmek, anlatmak, kusmak, bir dünya yaratmak… Başka türlüsünü hiç yapmadım, başka türlü yapamazdım” diyor.
Işıl ÇALIŞKAN
Ömrünü tiyatroya adamış bir isim Işıl Kasapoğlu. Yazıp yönettiği 100’den fazla oyunla ve kurucusu olduğu topluluklarla Türkiye tiyatrosunun son 50 yılına damga vuran Kasapoğlu, şimdi İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)’nın düzenlediği 26. İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörlüğünü üstlendi. Festivallerin bütün ülkeler için bir umut, beslenme alanı olduğunu ifade eden Kasapoğlu, bu görevin kendisi için ne ifade ettiğini şu sözlerle anlattı: “Ne dersek diyelim hem yerel hem de evrensel olarak bir kucaklaşma, dünyanın daha güzel bir yer olması için çaba harcamaktır. Üstlendiğim görev bana bunları ifade ediyor.” İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörü Işıl Kasapoğlu ile tiyatro serüvenini ve yeni görevini konuştuk.
45 yıldır sahnelerle içi içe geçen bir yaşam… Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?
Yüzlerce metin, yazar, oyuncu, müzisyen, tasarımcı… Birlikte, hep beraber bir hikâye anlatmak, tekrar ve tekrar, bir yenisini. O an, orada ortak bir tanıklık, geleceğe, masallara inanç, ısrar, inat… Tekrar ve tekrar anlatmadan duramamak… Muhalefet etmek, anlatmak, kusmak, bir dünya yaratmak… Başka türlüsünü hiç yapmadım, başka türlü yapamazdım.
Onlarca klasik oyun yönetmiş bir isim olarak, klasiklerin yönetmenliği ne kadar ve neden önemli sizce?
Shakespeare, Sofokles, Çehov, Brecht, Pinter ya da Koltes… Hepsinin de oyunları sadece bir dönemi değil, yüz yıl sonrasını da öngörebilen oyunlar. Daha doğrusu her ana ve her güne hitap ediyorlar. Hepsi de evrensel bir insanlığı, insanlık hallerini anlatıyor. Ölümsüzler çünkü günceller. Bu metinleri bir daha, tekrar nasıl anlatırım kısmını düşünmek ve sahneye koymak onlara yeniden hayat vermek, onların ölümsüzlüğüne eşlik etmek gibi aynı zamanda.
Günümüz tiyatrosunda en çok hangi konular ilgi görüyor?
Günümüz ya da geçmişte yapılanlar arasında bir fark olduğunu düşünmüyorum. Klasik ya da modern, yüzyıllardır anlatılan ve eskimeyen, bugünü kavrayan o kadar çok metin var ki. Elbette dünya değişiyor, değişime ayak uydurmak, anlamak, yeniye bakmaktan vazgeçmemek de önemli ama en önemlisi tiyatronun muhalif olduğunu, muhalefet yapmamız gerektiğini unutmamak. Bugünse bunu görmek pek mümkün değil. Bugün konular değil, ekran yüzleri tiyatronun ilgi odağı. Seyirciler de sadece onlarla fotoğraf çektirmeye, “selfie” yapmaya geliyor.
Tiyatro yönetmenliği yapacak birinin kişilik özellikleri nasıl olmalı sizce?
Anlatacak hikâyesi olmalı öncelikle. Tutkulu, yeniye açık, eleştirel, anlamaya-dinlemeye meraklı, heyecanlı, toplumu tanıyan, gündemi takip eden… Her sanat insanı gibi.
Türk tiyatrosu geleneksel bir arka plana dayanıyor ama yarına bırakılacak özgün içerikleri üretiyor muyuz bugün?
Ne yazık ki hâlâ deneme – yanılma şeklinde gidiyoruz. Avrupa’daki klasikleri atlayıp -kendi klasiklerimiz dâhil- Broadway tiyatrosu yapmaya çalışılıyor daha çok. Bu da tiyatroyu meta haline dönüştürüyor. Elbette ticari tiyatro yapılabilir ona da saygı duyuyorum ama benim yapmak istediğim bu değil. Çoğu zaman klasik olamayacak, anlık şeyler üretiliyor onlar da kısa sürede kayboluyor.
VASATLIK HER ALANDA
Bir söyleşinizde insanların çoğunluğunun dizi sektöründen bıktığını, sokağa çıkmak istedikleri için tiyatroya yöneldiklerini söylemiştiniz. Pandemide sahnelerden uzak kalan toplum şimdi de ekonomik krizle yüz yüze. Tiyatronun aynı zamanda bir ihtiyaç olduğu düşünülürse bugünlerin nasıl sonuçları olacak sizce?
Bugün her alanda vasatlık söz konusu. Sanatın da toplumu kapsayacak, toplumla birlikte gelişecek bir alan olduğu unutuldu. Maalesef tiyatro da pek çok alan gibi sadece para kazanmaya yönelik ticari bir meta haline getirildi. Bu, son yıllardaki çürümenin ve yozlaşmanın yol açtığı bir durum. Özgün içerik oluşturmak için kendi geçmişimize bakmak yeterli. Muhsin Ertuğrul, Güngör Dilmen, Haldun Taner, Mehmet Ulusoy, Cüneyt Türel, Yıldız Kenter, Ferhan Şensoy… Anlatacak birileri hep olacak!
Bugün özel tiyatrolar ekonomik kriz nedeniyle birçok zorluk yaşıyor. Moda Sahnesi elektriğini ödeyemedi mesela. Tiyatrolar bugünlerden sağ çıkabilecek mi sizce?
Tiyatronun bir türlü “ölmediğini”, ölemediğini yüzyıllardır görüyoruz. Tiyatro bir vazgeçilemezdir. Çünkü birlikte, aynı havayı solumaktır. Oyun hep aynıdır ama her sahnelendiğinde özgündür, o güne özeldir. Onu eşsiz kılan da budur, tekrarlanamazlığı, bir anlık yaratılan büyüsü…
Haldun Taner’in oyunlarını sahneye koymak istediğinizi biliyoruz. Haldun Taner’in sanat yaşamınıza etkisi nedir? Bu konuda önümüzdeki süreçte sürprizler olacak mı?
Eskişehir Şehir Tiyatroları ile bir Haldun Taner oyunu sahneye koyma konusunda temas halindeyiz. Festival için üstüne çalışıyorlar ve ben bu ilişkiden çok mutluyum!
Sonbaharda gerçekleştirilecek 26. İstanbul Tiyatro Festivali’nin küratörlüğünü üstlendiniz. Bu görevin sizin için nasıl bir anlamı var?
İKSV başından beri kültür-sanat alanında hepimizin başvurduğu, açlığını giderdiği yer oldu. Festivaller bütün ülkeler için çok önemlidir, kutlama, umut, beslenme alanı… Ne dersek diyelim hem yerel hem de evrensel olarak bir kucaklaşma, dünyanın daha güzel bir yer olması için çaba harcamaktır. Üstlendiğim görev bana bunları ifade ediyor.
Festivaldeki oyun seçkisinde nasıl hassasiyetleriniz olacak?
Bana gelen her şeyi bir şemsiye altında toplamaya çalışıyorum. Bir yandan kafamdaki birçok oyunu çeşitli yönetmen ve sanatçılara dağıttım. Onlardan gelen projeleri de değerlendirerek bütünlüklü bir seçki oluşturmaya uğraşıyorum. Ama şurası gerçek ki her festival bir sonrakinden daha az iyidir.
Video haberler için YouTube kanalımıza abone olun