Kararda şu hususa vurgu yapıldı:
Zonguldak İl Emniyet Müdürlüğüne yapılan isimsiz ve imzasız bir ihbar ile…isimli bir şahsın kaçak olarak kömür ocağı işlettiğinin bildirilmesi üzerine çevrede yapılan araştırmada başka kaçak kömür ocağının da olduğu tespit edilmiştir.
Tespit edilen bu ocakla ilgili de Türkiye Taş Kömürü görevlilerince sökme işlemi yapılmak üzere harekete geçilmiştir.
Kolluk güçlerince etrafta güvenlik önlemlerinin alındığı, sanığın ocağın kendisine ait olduğunu emniyet görevlilerine bildirdiği, işlemler devam ederken olay yerine basın mensuplarının yaklaştığı, bu sırada çevrede bulunan birtakım kişilerce “Çekin çekin Başbakan halimizi görsün.” denilince sanığın “Başbakan kim, Başbakan ne yapacak? Başbakan kukladır, kukla, onunla bununla masaya oturur!” dediğinin anlaşılmıştır.
Sanığın, kaçak olarak işletilen maden ocağına kamu görevlilerince işlem yapıldığı sırada çevrede bulunan kişilerin “Çekin çekin Başbakan halimizi görsün” demesi üzerine kullandığı bu sözler, söylendiği yer, zaman ve bağlamı gözetildiğinde, muhataba yönelik değer yargısından ibaret olup gelişen olaylar içerisinde sarf edildiği, ifadeler rahatsız edici ağır eleştiri ve kaba hitap tarzında olmakla birlikte, açıkça katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olmaması veya sövme fiilini oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS:2018/9
KARAR: 2020/142
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi: 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi: Sulh Ceza
Sayısı: 116-374
Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan sanık …’ın iki kez TCK’nın 125/3-a, 125/4, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 1 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Zonguldak (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince 06.06.2013 tarih ve 116-374 sayı ile verilen hükümlerin sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 26.09.2017 tarih ve 9506-9608 sayı ile;
“1- Ceza Genel Kurulu’nun 14.10.2008 gün ve 170-220 sayılı kararında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır.
Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşlara yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir.
İnceleme konusu somut olayda; sanıkla ilgili bir başka olay nedeniyle mahallinde işlem yapıldığı esnada, sanığın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı … ve Zonguldak Valisi …’a yönelik olarak, gıyaplarında, ‘Vali kim, Vali adam değil, adam olsa buraya gelir, oturmaz odasında, Başbakan bizim halimizi bilmez, Başbakan kim kardeşim, Başbakan kukladır kukla, onun ile bunun ile masaya oturur, pazarlık yapar bizim halimizi sormaz’ şeklinde ifadeler kullandığı iddia edilmiştir.
Sanığın hakaret suçundan mağdur sayısınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Sanık, mağdurlara hakarette bulunmadığını savunmuştur.
Öncelikle belirtilmelidir ki söz konusu mektup içeriğinde yer verilen ifadelerin rahatsız edici olduğu açık bir şekilde anlaşılmakla birlikte, haberde yer alan ifadelerin ve haber başlığının, Anayasa ve AİHS ve AİHM içtihatlarında özel bir önem atfedilen, ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 26. maddesinde, ‘Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.’ hükmüne yer verilmiştir. Bunun yanında, bu hak, birçok uluslararası belgeye ve mahkeme kararına da konu olmuştur. Türkiye’nin de yargılama yetkisini kabul ettiği AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesinin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen ‘bilgi’ ve ‘fikirler’ için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu halinde ‘demokratik bir toplum’dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir.
Bununla birlikte, ifade özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu hak kullanılırken bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması hem ulusal hem de uluslar arası mevzuatlarda yer almaktadır.
Nitekim Anayasa’nın 26. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü, aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Dolayısıyla anılan madde ile Anayasanın 13. maddesine göre, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.
Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafı, kamu makamlarının bu özgürlüğün kullanılmasına getirebilecekleri sınırlama rejimini düzenlemektedir. Önemine binaen, ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleler çok istisnai hallerde kabul görmekte ve Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. paragrafının öngördüğü sınırlama kayıtları dar yorumlanmaktadır. Bu nedenle, bir kamu makamının ifade özgürlüğüne yaptığı ‘müdahalenin gerekliliği’ mutlaka ikna edici bir şekilde açıklanmalıdır. Sözleşme’nin anılan maddesinde, belirtilen ‘gerekli’ olma koşulu, müdahalenin bir toplumsal ihtiyaç baskısına karşılık gelmesi ve özellikle izlediği meşru amaçla orantılı olması anlamına gelir. Bir müdahalenin bu kriterleri yerine getirdiği ve dolayısıyla haklı olduğu, ulusal makamların gösterdiği gerekçelerin ‘ilgili ve yeterli’ olmasıyla anlaşılabilecektir.
Gerek Anayasa gerekse Sözleşme hükümlerine uygun davranılmaması, devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi anlamına gelebilecektir. Zira, negatif yükümlülük kapsamında yetkili makamlar, zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalı ve denge unsurunu sağlamalıdırlar. Aksi takdirde AİHM, kişinin şeref ve itibarının haksız bir saldırı altında olmasına rağmen ulusal mahkemeler tarafından gereken ölçüde korunmadığı gerekçesiyle AİHS’nin 8. maddesi açısından ihlal kararı verebilmektedir. Zira AİHM açısından, başvuranların özel hayata saygı hakkı ve ifade özgürlüğü eşit derecede önemlidir. Denge unsurunun sağlanmasında içtihatlara göre göz önünde bulundurulması gereken temel ilkeler ise, başvuruya konu ifadelerin kamu yararına ilişkin tartışmaya katkısı, ifade sahibinin tanınırlığı ve daha önceki tutumları, ifadenin içeriği, şekli ve etkileridir.
AİHM, birçok içtihadında Sözleşme’nin 10. maddesinin sadece ifade edilen düşünce veya bilginin esasını değil, aynı zamanda bunların aktarılma biçimlerini de güvence altına aldığını belirtmiştir. Bu anlamda, AİHM içtihatlarında, basın, toplumun sözcülerinden biri olarak kabul edilmekte ve herkesin kamuoyunu ilgilendiren bilgileri edinme hakkı bulunduğu düşüncesiyle, kamuoyunu ilgilendiren konulara dair bilgi ve fikirleri vermeyi sağlayan basın özgürlüğüne ayrı bir önem atfedilmektedir.
AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek ‘yeterli bir altyapının’ mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
Basında yayınlanan bilginin tüm yönleri ile doğruluğunun ortaya koyulması gerekmez. Thorgeir Thorgeirson/İzlanda davasında başvuranın mahkümiyeti, polis şiddetine ilişkin iddiaların gerçekliğini ortaya koyamamasına dayanmaktadır. AİHM, başvurucuyu sert bir dille dile getirdiği bazı iddiaların doğruluğunu ortaya koyma yükünden muaf tutmuştur. AİHM’e göre, başvurucu başkaları tarafından söylenenleri haberleştirmiştir. Bu nedenle, iddiaların içeriği ile ilgili olarak sorumlu görülmemiştir. Ayrıca iddiaların tamamen asılsız olduğu da ortaya koyulamamıştır. Ayrıca, başvurucunun amacı polisin itibarına zarar vermek değil, Adalet Bakanlığını polis şiddetine ilişkin iddialarla ilgili bir soruşturma başlatmaya sevk etmektir (Thorgeir Thorgeirson v/İzlanda, 13778/88, 25.06.1992)
Sonuç olarak, gerçek dışı olgulara dayalı iddia olarak nitelenen açıklamalar bakımından AİHM, başvurucuların bu tür ifadelerin ortaya konulmasından ve yayınlanmasından sorumlu olup olmadıklarını ve bu tür bilgilerle diğer kişileri aldatmayı amaçlayıp amaçlamadıklarını dikkate almaktadır.
Siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilkenin gerekçesi, siyasetçilerin, özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir. Siyasetçiler bu nedenle basın ve gazeteciler tarafından getirilen eleştirilere daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadırlar.
Dabrowski /Polonya davasında, bir gazeteci yerel bir siyasetçi ile ilgili devam etmekte olan ceza yargılamasına dair yazdığı yazıların gazetede yayınlanmasının ardından hakaret suçundan mahküm olmuştur. Başvuran, hakaret ettiği iddia edilen belediye başkanının, hırsızlık suçundan ceza almasının ardından ‘soyguncu belediye başkanı’ olarak tanımlamıştır. AİHM, bu başvuruda, 10. maddenin ihlal edildiğine karar verirken, gazetecinin bir dereceye kadar abartma hakkına sahip olmasına ve belediye başkanının kamuya mal olmuş bir kişi olarak, bazıları olgusal temelden yoksun olmayan değer yargısı olarak değerlendirilebilecek eleştirilere karşı, daha fazla hoşgörü göstermek zorunda olmasına özel bir ağırlık vermiştir (Dabrowski /Polonya ,18235/02, 19.12.2006)
Lingens/Avusturya davasına konu olan olayda ise, Avusturya’da 1975 yılında yapılan seçimlerden sonra, bir gazeteci olan başvuran Lingens, geçmişinde Nazi faaliyetleri bulunan bir siyasetçi ile koalisyon kuracağını açıklayan Federal Şansölye Bruno Kereiski’yi eleştiren yazılarında, ‘ahlaksızca’, ‘yüz kızartıcı’, ‘en adi türden fırsatçılık’ ifadelerine yer vermiştir. Başvuranın para cezasına mahküm olduğu bu davada AİHM, politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamış ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM, içtihatlarını tekrar ederek, siyasetçilerin eleştirilere özel kişilerden daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiği ilkesine dayanmış ve mahkümiyetin ifade özgürlüğüne orantısız bir müdahale oluşturduğuna hükmetmiştir. Hararetli siyasi tartışmaların yaşandığı bir arka plan ışığında, başvurucunun açıklamaları, saldırgan olmakla birlikte hakaret niteliğinde görülmemiştir (Lingens/Avusturya, 9815/82, 08.07.1986)
Eon/Fransa davasında AİHM, bir siyasi eylemcinin, 2008 yılında Fransa Cumhurbaşkanı’nın ziyareti sırasında, Cumhurbaşkanı korteji geçmek üzereyken, üzerinde ‘Defol git, salak herif’ yazılı bir pankart açarak Fransa Cumhurbaşkanı’na hakaret etmekten hüküm giymesini incelemiştir. AİHM, bu içtihadında yerginin, pek çok kez, özünde var olan abartma ve saptırma vasıfları yoluyla, doğal olarak kışkırtmayı ve galeyana getirmeyi amaçlayan bir sanatsal ifade ve toplumsal eleştiri biçimi olduğunu belirttikten sonra, ceza verilmesinin, güncel konular hakkında yergi niteliğinde ortaya konulan ifade biçimleri üzerinde bir soğutma etkisi yapmasının mümkün olduğu ifade edilmiştir. Bu tür ifade biçimlerinin kendisi, kamu menfaatini ilgilendiren sorunların serbestçe tartışılmasında oldukça önemli bir rol oynayabilmektedir ki; serbest tartışma olmadan demokratik toplum mümkün olamaz (Eon / Fransa, 26118/10, 14.03.2013)
Sonuç olarak, sanığın, mağdurların gıyabında kullandığı ifadeler, söylendiği yer ve zaman unsurları da gözetildiğinde mağdurların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, eleştiri niteliğindedir. Aksi düşünce, suçla korunmak istenen değeri ölçüsüz bir şekilde genişletmek ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran evrensel hukuk düşüncesiyle bağdaşmayan bir yorum anlamına gelebilecektir. Bu itibarla, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine hükümlülük kararları verilmesi,
2-Kabule göre de;
a- Sanığın, hakaret eylemlerini, aynı olay ve zaman dilimi içerisinde, aynı suç işleme kararıyla, birbirini takip eden söz ve davranışlarla gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında, sanık hakkında tek mahkumiyet hükmü kurulup, TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezasının artırılması gerektiği gözetilmeden, mağdur sayısınca hüküm kurularak fazla ceza tayin edilmesi,
b- İddianamede, TCK’nın 58. maddesinin uygulanması talep edilmediği halde, sanığa ek savunma hakkı tanınmadan, anılan Kanun maddesinin uygulanması suretiyle, CMK’nın 226. maddesine aykırı davranılması,
c- TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesi’nin, 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı kararıyla, iptal edilmiş olması nedeniyle, uygulanma olanağının ortadan kalkmış olması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.11.2017 tarih ve 289624 sayı ile;
“…İtiraza konu uyuşmazlığın, sanık …’ın katılan Başbakan … hakkında sarf edilen ‘Başbakan bizim halimizi bilmez, Başbakan kim kardeşim, Başbakan kukladır kukla, onun ile bunun ile masaya oturur, pazarlık yapar bizim halimizi sormaz’ şeklinde sarf ettiği sözlerin hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığına yöneliktir.
Hakaret, bir kişiye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek şekilde bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle; onur, şeref ve saygınlığa saldırmasıdır.
Eylemin yüze karşı ya da yoklukta işlenmesi arasında fark yoktur. Gıyapta hakaretin varlığı için belirli sayıda kişiyle ihtilat öğesi aranmadığından, failin bir kişinin duyabileceği şekilde yoklukta hakaret etmesi halinde suç oluşur
Serbest hareketli suç olup, sözler, imalı şarkılar, yazı, çizim, resim, nefreti gösteren hareketler ve bunun gibi davranışlarla işlenebilir. Aynı şekilde, telefonla, mektupla, basın yayın araçları veya medya yoluyla diğer iletişim araçlarıyla gerçekleştirilmesi de olanaklıdır
Manevi unsur genel kasttır. Mağdurun sıfatı bilinerek hareket edilmelidir. Saikin siyasi olması şart değildir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı’nın sıfat veya vazifesiyle alakalı saike de lüzum yoktur. Hakaret suçları ifade özgürlüğünü sınırlayan hallerden bir tanesidir. Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde vazgeçilmez ve devredilmez bir niteliğe sahiptir. İfade hürriyeti insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan ve özgürlüğüdür. Temel hak ve özgürlüklerden olan bu hak birçok uluslararası belgeye Anayasa ve kanunlara konu oluşturmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10/1. maddesinde, T.C. Anayasası’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade özgürlüğüne yer verilmiş olup birbirlerine benzer şekilde; ‘Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve verme özgürlüğünü de içerir.’ biçiminde ifade edilmiştir.
Ancak; ifade hürriyetinin sonsuz ve sınırsız olmadığı kısıtlı da olsa sınırlandırılmasının gerekeceği uluslararası ve ulusal alanda normlara konu edilmiştir.
Bu cümleden olarak uluslararası alanda İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10/2. maddesinde; ‘kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak … başkalarının şöhret ve haklarının korunması … için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara sınırlamalar veya yaptırımlara bağlanabilir.’ Anayasa’nın 26/2. maddesinde ‘Bu hürriyetlerin kullanılması … başkalarının şöhret veya haklarının … korunması amaçlarıyla sınırlanabilir.’
T.C. Anayasası ve uluslararası mevzuat birlikte değerlendirildiğinde; hürriyetlerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak; ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının korunması için Kanunla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabi tutulacağı anlaşılmaktadır. Ancak, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin dar yorumlanması gerektiği, sınırlandırma için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada aşırıya gidilmemesi ve her türlü gelişimi zedelemeyecek ölçüde yapılması görüşü genel bir kabul görmüştür.
Söz konusu sınırlama veya müdahale için; yasal bir düzenleme, sınırlamanın meşru bir amacı ve nedenlerinin bulunması, sınırlamanın meşru amaçla orantılı ve önlemin demokratik toplum bakımından zorunlu olması gerekmektedir.
Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade hürriyeti sadece kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar demokratik bir toplumun olmazsa olmaz tolerans ve hoşgörüsünün gerekleridir
Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzeni cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle ceza yaptırımlarına bağlanmaktadır.
5237 sayılı TCK 125/3-a maddesinde yazılı görevli memura hakaret suçlarında, korunan hukuki yarar şeref ve saygınlığıdır. Bu suçun oluşumu için ‘Onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun düşünce veya duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibari ihlal edici olduğu, toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunun tayininde ölçü bireyin özel duyarlılığı değildir. Bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve sövme olarak nitelendirilemez’.
Bir eylemin hukuk düzeni tarafından cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan diğer bir anlatımla hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir nedenin bulunmamasına bağlıdır. İfade hürriyeti, basın özgürlüğü gibi bir hakkın kullanmasına ilişkin hukuka uygunluk nedenleri mevcut ise, hukuk düzeni tarafından kişi cezalandırılmayacaktır. Ancak, eleştiri hak ve görevi kötüye kullanmamalı, yazıda küçültücü, incitici, abartılı sözlerden kaçınılmalıdır. Sayılan öğelerden birinin olması halinde haber verme ve eleştiri hakkından söz edilmeyecek, eylem hukuka aykırı olacaktır.
Siyasiler, üst düzey bürokratlar ile kamuya mal olmuş kişiler, diğer insanlara nazaran ağır eleştirilere daha fazla katlanmak zorunda oldukları demokratik toplumlarda geniş bir kabul görmüştür. Ancak eleştiri kırıcı, şok edici ya da rahatsız edici olsa bile hakarete varmamalıdır, zira hiçbir kimse hakarete katlanmak zorunda değildir. İfade hürriyeti bakımından eleştiri ile hakaret arasındaki ince çizgi toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre, kişilerin ifade hürriyeti ile mağdurun birey olarak onur ve şerefi arasındaki denge de gözetilmek suretiyle hakim tarafından belirlenmelidir. Kaba sövme hiçbir koşulda eleştiri olarak kabul edilmemelidir. Türk toplumunun önemli bir kesiminin kendilerini siyasi liderlerle özdeşleştirdiği bu kişiler yapılan ve kamuya yansıyan hakaretlerin kendilerine yapılmış gibi tepkilere sebebiyet verip toplumdaki kutuplaşmayı artırdığı, adi olaylarda dahi birçok öldürme ve nitelikli yaralama ile sona eren eylemlerin başlangıcında hakaret ve sövme fiillerinin olduğu gözetildiğinde, bu fiillerin yaptırımsız bırakılmasının demokratik toplum düzenini bozacağı gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu açıklamalar çerçevesinde; maddi olayda, Emniyet Müdürlüğüne yapılan isimsiz ve imzasız ihbarla, Hüseyin Çağlar’ın kaçak olarak kömür ocağı işlettiğinin bildirildiği ve yapılan araştırmada yaklaşık 60 metre yakınında bir başka kaçak kömür ocağının tespit edildiği, bu yeni tespit edilen ocağın sahibi olan sanık … ocağın kendisine ait olduğu emniyet görevlilerine bildirdiği ve sonrasında kaçak olarak açılan maden kömürü ocakları ile ilgili olarak işlem yapıldığı sırada sanık …’ın başlangıçta kendisine ait olduğunu görevlilere bildirdiği anlaşılan kaçak maden kömürü ocağının TTK görevlileri tarafından dinamitlenerek kapatılacağı sırada;
Basın mensuplarının yaklaştığını gören sanık …’ın çevrede bulunanlardan ‘Çekin çekin Başbakan halimizi görsün’ diyenler olunca, sanığın ‘Başbakan kim, Başbakan ne yapacak, Başbakan kukladır, kukla, onunla bununla masaya oturur’ dediği, orada bulunan bir kadının feryat edip ‘Vali gelecek, halimizi görecek’ diye bağırması üzerine sanığın ‘Vali adam değil, adam olsa buraya zaten gelirdi’ dediği ve sözlerin alenen duyulduğu şeklinde gerçekleşen olayda,
Sanığın, katılan Vali … yönelik olarak sanığın sarf ettiği ‘Vali kim, Vali adam değil, Vali adam olsa buraya gelir, oturmaz odasında’ şeklindeki sözlerin katılan Vali …’ın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, eleştiri niteliğinde olduğuna hakaret suçunun oluşmadığına ilişkin bozma kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Ancak sanığın, katılan Başbakan … hakkında sarf edilen ‘Başbakan bizim halimizi bilmez, Başbakan kim kardeşim, Başbakan kukladır kukla, onun ile bunun ile masaya oturur, pazarlık yapar bizim halimizi sormaz’ şeklindeki sözlerin hakaret suçunu oluşturduğu sanığın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını ‘Kukladır, kukla’ şeklinde sıfat yükleyerek, Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamı itibarıyla, ‘başkasının etkisinde olan, başkasının isteklerine göre davranan kimse’ ya da başkalarının oyuncağı olmuş kendi kişiliğiyle hakaret edemeyen anlamında kullanılmaktadır. Bu itibarla sanığın sarf ettiği sözlerin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan katılan …’ı şeref ve itibarını incitici nitelikte olup küçük düşürücü değer yargıları taşıdığı ve sözlerin bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını toplum nezdinde küçük düşürücü, onur ve saygınlığını zedeleyici nitelikte olduğu ve eleştiri sınırını aşan bir boyutta olduğu ve ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik tecavüz arasındaki makul dengenin gözetildiğinde, sanığın eyleminin hakaret suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir…” görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 28.11.2017 tarih ve 7133-13734 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında katılan … …’a yönelik kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan kurulan mahkümiyet hükmü Özel Dairece bozulmuş olup itirazın kapsamına göre inceleme katılan …’a yönelik hakaret suçuyla sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
13.02.2013 tarihli olay geçici el koyma ve teslim tesellüm tutanağına göre; Zonguldak Emniyet Müdürlüğüne gönderilen isimsiz ve imzasız şikayet dilekçesinde…isimli şahsın kaçak kömür ocağı işlettiği bilgisinin alındığı, bu yerin yaklaşık altmış metre yakınında bir başka kaçak kömür ocağının daha resen tespit edildiği, bu ocağın sahibinin, sonradan görevlilerin yanına gelerek kendisine ait olduğunu söyleyen sanık … olduğunun anlaşıldığı, sanığın çalıştırdığı iddia edilen kaçak kömür ocağına aynı tarihte Kilimli Polis Merkezi Amirliği ekiplerince gidilerek işlem yapıldığı esnada saat 13.30 sıralarında gelen Doğan Haber Ajansı Muhabirleri ile birlikte isimleri tespit edilemeyen altı erkek şahsın kaçak kömür ocağının bulunduğu mevkiye doğru geldiklerinin görüldüğü, Türkiye Taş Kömürü ekiplerinin çalışmalarını yapmaları için gerekli çevre emniyetinin sağlanmasından sonra sanığın, Doğan Haber Ajansı görevlilerinin fotoğraf ve video çekimi yaptığı esnada kaçak kömür ocağının bulunduğu alana yaklaşık elli metre uzaklıktan “Vali kim, vali adam değil, vali adam olsa buraya gelir, oturmaz odasında. Başbakan bizim halimizi bilmez, Başbakan kim kardeşim? Başbakan kukladır kukla, onun ile bunun ile masaya oturur, pazarlık yapar bizim halimizi sormaz.” yönünde açıklama yaptığı, sanığa devlet büyüklerine ve kamu görevlilerine hakaret etmemesi yönünde uyarıda bulunulduğu, ardından kaçak kömür ocağının dinamit kullanılarak imhasının yapıldığı anlaşılmıştır.
Tanık … aşamalarda; Türkiye Taş Kömürü kurumunda çalıştığını, sanığın kardeşi olduğunu, olay günü Gelik Esen Bahar Küme Evlerinde bulunan kaçak kömür ocaklarına işlem yapıldığı esnada Doğan Haber Ajansı muhabirlerinin geldiğini, muhabirler geldiğinde kendisinin orada olduğunu, sanığın muhabirlerle konuşma yaptığını, bu konuşma sırasında sanığın yetkililere sesini duyurmak amacıyla “Vali gelsin görsün bizi, ayakları çamur olsun nasıl ekmek kazandığımızı görsün, ekmek nasıl kazanılıyor görsün, Abdullah Öcalan ile devlet büyükleri masaya oturuyor, gelsin bizimle de otursun, sorunu birlikte çözelim.” diye sözler sarf ettiğini, konuşma sırasında sanığın herhangi bir küfür veya hakaret içerikli sözünü duymadığını,
Tanık … aşamalarda; sanığın arkadaşı olduğunu, bu sebeple olay günü ocağın olduğu yere gittiğini, sanığın televizyona sakat çocuğunun olduğunu, başbakandan kendisine iş vermesini istediğini, “İşimiz olsa kaçakçılık yapmayız.” dediğini, çocuğunu tedaviye götürdüğü için mecburen bu işi yapmak zorunda olduğunu söylediğini, bunun dışında bir şey duymadığını, sanık açıklama yaptığı sırada oraya yeni gitmiş olduğunu, televizyon ekibi gelmeden evvel olan biteni bilmediğini,
Tanık …kovuşturma aşamasında; olay günü ihbar üzerine kaçak kömür ocağına işlem yapmak amacıyla gittiklerini, TTK ekibi kaçak kömür ocağında bombalama işlemi yapacağından güvenliğin sağlanması amacıyla ocak girişinde beklediğini, o sırada Doğan Haber Ajansı görevlilerinin ocağın olduğu yere geldiğini, muhabirin mikrofon uzatması üzerine sanığın “Vali kim, vali adam olsa buraya gelirdi, Başbakan kukla.” dediğini,
Doğan Haber Ajansı’nın gönderdiği CD’nin izlenmesi üzerine tanığa sorulduğunda; kameranın çektiği yerde kendisinin olmadığını, elli metre mesafede ocak ağzında bulunduğunu, kamera geldiğinde sanığın kameraya iddia konusu sözleri söylediğini duyduğunu fakat kameranın açık olup olmadığını bilmediğini, görüntülerde kendisini de gördüğünü, ocağın ağzında beklemekte olduğunu, anlattığı olayın seyredilen kamera görüntüsünden önce gerçekleştiğini, kameranın kameramanın omzunda bulunduğunu, ama çekim yapıp yapmadığını bilemeyeceğini, ayrıca bir şahsın elinde de mikrofon olduğunu,
Tanık …kovuşturma aşamasında; olay tarihinde geçici olarak kaçak ocaklarla ilgili çalışma yapılması için Kilimli Karakolu’nda görevlendirildiğini, sabah vakti TTK ekibi ve Kilimli Polis Merkezi ekipleriyle kaçak olduğu bildirilen ocağın önüne gittiklerini, TTK ekibinin çalışmasını yapabilmesi için çevre emniyeti sağladıklarını, o sırada sanığın da yanlarında olduğunu, sanığın ilk başta ocağın kendisine ait olduğunu söylediğini, daha sonra ise kardeşine ait olduğunu beyan ettiğini, olay yerine Doğan Haber Ajansı muhabiri gelince sanığın açıklama yapmaya başladığını ve “Vali adam değildir, vali adam olsa odasında oturmazdı, Başbakan kukladır!” dediğini, devlet büyükleri hakkında bu şekilde konuşmaması konusunda sanığı uyardıklarını, kamera kayıt yaparken sanığın arkasında olduğunu, dolayısıyla kameraya çıkmadığını,
Doğan Haber Ajansı’nın gönderdiği CD’nin izlenmesi üzerine tanığa sorulduğunda; bizzat sanığın yanında bulunduğunu, kameramanın omzunda kamera olduğunu, kamerayı görünce sanığın biraz önce söylediği sözleri yüksek sesle söylediğini, ama kameranın açık olup olmadığını bilmediğini, izlenilen görüntülerin de bahsettiği zamanki görüntüler olmadığını, bu röportajdan önce sanığın sözleri söylediğini,
Tanık … kovuşturma aşamasında; kaçak ocakla ilgili olarak işlem yapılırken sanığın kameraya karşı “Vali kim, vali adam olsa buraya gelirdi odasında oturmazdı.” dediğini duyduğunu, zaten bu hususta da tutanak düzenlediklerini, Başbakan için de “Başbakan kim oluyor, Başbakan kukladır, Başbakan onunla bununla pazarlık yapıyor, bizim halimizi sormuyor.” dediğini,
Doğan Haber Ajansı’nın gönderdiği CD’nin izlenmesi üzerine tanığa sorulduğunda; sanığın kameradaki halinin yumuşamış hali olduğunu, anlattığı olayın bu röportajdan önce gerçekleştiğini, kamera gelirken sanığın hakaret içerikli sözleri söylediğini, kameramanın omzunda kamera bulunduğunu ama açık olup olmadığını bilmediğini, sanığın yanındayken bu sözleri duyduğunu,
Tanık … kovuşturma aşamasında; olayın üzerinden zaman geçtiği için tam olarak hatırlamadığını ancak kaçak ocak sebebiyle olay yerinde görevli olduğunu, sanığın kalabalığa ve basına röportaj verirken vali ve Başbakan hakkında hakaret içerikli sözler söylediğini, vali için “Adam olsaydı burada olurdu yerinde oturmazdı!” dediğini, aynı sözleri Başbakan için de söylediğini,
Doğan Haber Ajansı’nın gönderdiği CD’nin izlenmesi üzerine tanığa sorulduğunda; bu görüntüleri daha evvel internet ortamında izlediğini, kendisinin bahsettiği olayın bu görüntülerden önce olduğunu, o sırada kameraların açık olup olmadığını bilemeyeceğini,
Tanık …kovuşturma aşamasında; TTK görevlileri ocakla ilgili olarak işlerini yapacakları sırada küçük bir kalabalığın toplandığını, kendilerinin de güvenlik önlemlerini aldığını, sanığın Başbakan ve vali hakkında birtakım sözler söylediğini, Başbakan hakkında “O zaten kukladır, çeşitli yerlerde pazarlık yapıyor fakat bizim yanımızda olan yok.” şeklinde sözler söylediğini, basın gelip kameralar açılınca kameralara daha olumlu bir tavır sergilediğini,
Doğan Haber Ajansı’nın gönderdiği CD’nin izlenmesi üzerine tanığa sorulduğunda; sanığın yakınında olduğunu, kamera gelirken sanığın hakaret içerikli sözler söylediğini, mikrofon olmadığı için kameranın kapalı olduğunu tahmin ettiğini, 4-5 dakika kadar zaman geçince mikrofonlu bir şahsın geldiğini ve sanığın daha yumuşak şekilde röportaj verdiğini, dolayısıyla dava konusu sözlerin bu röportajdan önce söylendiğini,
Tanıklar ….. kovuşturma aşamasında; olay sırasında sanığın yanında olmadıklarını, sözleri duymadıklarını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık soruşturma aşamasında; olay günü Gelik Esen Bahar Küme Evlerinde bulunan …’a ait kaçak kömür ocağına işlem yapıldığı esnada Doğan Haber Ajansı muhabirlerinin geldiğini, muhabirlerin geldiğini görünce ocaklarla ilgili insanlara yapılan haksızlıklar nedeniyle sorunu çözmek için konuşmaya başladığını, bu konuşma sırasında “Sayın Başbakanımız Abdullah Öcalan’la masaya oturup bazı hususlarda çözüm buluyor, bizim bu olaylara neden çözüm bulmuyor, sayın valimiz masa başında oturup bizlere haksızlık ediyor, bir araya oturup neden bizim sorunumuza çözüm bulmuyor.” dediğini, iddia konusu sözleri söylemediğini, kovuşturma aşamasında ise; röportaj sırasında Başbakanın hallerini görmesini, kendilerini anlamasını istediğini, kendisinin “Başbakanımız gelip bizimle neden masaya oturup derdimizi sıkıntımızı dinlemiyor.” dediğini, bir vatandaş olarak kendilerine yardımcı olunmasını istediğini, başka bir şey söylemediğini, savunmuştur.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili mevzuat incelendiğinde;
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
“Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malümat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını gerektirir.”,
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;
“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.” hükümlerine yer verilmiştir
Anayasamıza bakıldığında;
25. maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
26. maddesinde, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.” hükümleri yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; “İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her ‘formalite’, ‘koşul’, ‘yasak’ ve ‘ceza’, izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.” şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976). Görüldüğü gibi, Sözleşme’nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
Bu bağlamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” başlıklı 125. maddesi;
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK’dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 430).
Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.
Eleştiri ise herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.
Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir.
Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.
AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek “yeterli bir altyapı”nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
Öte yandan Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “kukla” sözcüğünün mecazi olarak; “Başkasının etkisinde olan, onun isteklerine göre davranan (kimse)” anlamı bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Zonguldak İl Emniyet Müdürlüğüne yapılan isimsiz ve imzasız bir ihbar ile…isimli bir şahsın kaçak olarak kömür ocağı işlettiğinin bildirilmesi üzerine çevrede yapılan araştırmada başka kaçak kömür ocağının da olduğunun tespit edildiği, tespit edilen bu ocakla ilgili de Türkiye Taş Kömürü görevlilerince sökme işlemi yapılmak üzere harekete geçildiği, kolluk güçlerince etrafta güvenlik önlemlerinin alındığı, sanığın ocağın kendisine ait olduğunu emniyet görevlilerine bildirdiği, işlemler devam ederken olay yerine basın mensuplarının yaklaştığı, bu sırada çevrede bulunan birtakım kişilerce “Çekin çekin Başbakan halimizi görsün.” denilince sanığın “Başbakan kim, Başbakan ne yapacak? Başbakan kukladır, kukla, onunla bununla masaya oturur!” dediğinin anlaşıldığı olayda,
Sanığın, kaçak olarak işletilen maden ocağına kamu görevlilerince işlem yapıldığı sırada çevrede bulunan kişilerin “Çekin çekin Başbakan halimizi görsün” demesi üzerine kullandığı bu sözler, söylendiği yer, zaman ve bağlamı gözetildiğinde, muhataba yönelik değer yargısından ibaret olup gelişen olaylar içerisinde sarf edildiği, ifadeler rahatsız edici ağır eleştiri ve kaba hitap tarzında olmakla birlikte, açıkça katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte olmaması veya sövme fiilini oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarıyla oluşmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu üyesi; sanığın üzerine atılı hakaret suçunun unsurlarıyla oluştuğu görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.02.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.