Bekir Ağırdır: Çözüm sürecine destek yüzde 40 seviyesinde, hazırlanmamız lazım

Barış Vakfı için Prof. Ayşe Betül Çelik, Prof. Evren Balta ve Mehmet Gürses, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle “Kürt Sorununa Toplumsal Bakış (2010-2022)” başlıklı bir rapor hazırladı.

KONDA Araştırma ve Danışmanlığı verilerinin analizinden oluşan rapor, Kürt meselesinde son 12 yılda yaşanan toplumsal değişimi konu edinerek hazırlandı. Rapor dün İstanbul Taksim’de düzenlenen bir toplantıda tanıtıldı.

Raporun tanıtım toplantısında KONDA Araştırma ve Danışmanlık Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Kürt sorununa yönelik açıklamalarda bulundu. Raporun sunumunu yapan Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’ten sonra rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bekir Ağırdır, toplumun ‘umut’ yorgunu olduğunu söyledi.

‘TOPLUM UMUT YORGUNU’

“Galiba umut yorgunuyuz. En azından bizler. Toplum da umut yorgunu. Bunun birçok sebebi var” diyen Ağırdır, nedenini şöyle anlattı: “2010’dan beri yaptığımız bu araştırmaların hepsini bilen ve gören birisi olarak, toplum da değişiyor sorun da değişiyor. Tek başına aktarılan üzerinden meseleyi konuşmak bir yere varamıyoruz. Gök kubbe altında Kürt meselesi hakkında söylenmeyen cümle kalmadı. Yeniden 20 yıl, 30 yıl öncesine döndük. Toplum hem monolitik değil hem statik değil. Sonuçta toplum da tüm bu yaşananlarla birlikte değişiyor. Pandemiyle birlikte son 6 aydır başlayan ekonomik durum nedeniyle kutuplaşmalar, kimlikler, anlatımlar hararetini kaybediyor. Çünkü gerçek bir sorun var. Bir yandan can derdi, bir yandan geçim derdi. Üstelik kriz bu sefer evin içine girmiş durumda. Bireylerde hanelerde kendi kişisel hayatları üzerinde bile kontrolünü kaybetme korkusunun getirdiği bir afallama var. Dolayısıyla kimlikler arası sıkışmaya kadar giderek güçlü bir biçimde adaletsizlik ve yoksulluğun yaygınlaşması ve kalıcılaşması nedeniyle sınıfsal olan gerilim de yükselmiş durumda. Önümüzdeki seçimde oyları belirleyecek sadece kimlikler değil, aynı zamanda sınıfsal aidiyetlerdir. Yoksulluk ve adaletsizlik meselesidir. Son 12 yılda Türkiye’de ondan fazla sandığa gidildi. Biz sandıkta siyasi tercihleri saymadık, kimlikleri saydık. Şimdi kimliklerden öte bir durum var. Bir yandan da Kürt meselesi gibi bunca yaşanmışlık var.”

‘TOPLUMDA ZİHNİ BİR DÖNÜŞÜM VAR’

Toplumda zihni bir değişim olduğuna ancak bunu yansıtma konusunda gayret olmadığına dikkat çeken Ağırdır, “Toplumda bir farkındalık var. Arzuladığımız hızda ve güçte olamayabilir ama zihni bir dönüşüm var. Hangi araştırmayı yaparsak yapalım, hemen her konuda ciddi bir niyet, arzu değişimi, zihni dönüşüm var. Ama o değişimi yansıtma konusunda gayret yok. İkircikli bir toplum burası. Çünkü bir yandan kendi bireysel hayatında, zihninde değişimi sokakta hayata geçirmeye kalktığında başına gelecekler konusunda yeterince deneyimi ve birikimi var. Birçok konuda zihni bir dönüşüm var ama bu gayrete yansımıyor. Sokakta henüz bunu göremiyoruz. Çünkü bunun mekanizmaları eksik. Türkiye toplumunu tarif edin diye sorarsanız, 200’den fazla araştırmayı görmüş biri olarak, ‘ikircikli bir toplum burası’ derim. Bireysel sorunlarını çözme konusunda arzulu, günlük hayatında dirayetli, sorun çözücü, umutlu, çoğulcu ama yurttaş olma konusunda o kadar tedirgin, temkinli, korkak, ikircikli. El freni çekik araba gibi. Bir yandan bir şeyi arzuluyor ama bir yandan da el frenleri o kadar güçlü ki. Çünkü biz Kürt meselesine özü itibariyle Kürtlerin kimlik taleplerini anlamak, hak vermek diye konumlandırarak baktık. Ama galiba hepimizin ıskaladığı bir tarafı var. Sebebi şu: Türk kimliğinin de bir güvenlik arayışı var. 100 yıldır Sevr Haritası herkesin ezberinde. Bu ülkenin eğitim sisteminden geçmiş herkes, Anadolu’nun o parçalanmış haritası Türklerin ezberinde. Bir yandan kendi yaşanmışlıkları var. Sonuçta bu ülke göçlerle oluşmuş bir toplum. Üstelik bir kısmı ama mübadelede, ama göç ama gönüllü olarak dışarda evini barkını bırakmış gelmiş insanlar. Devlet de onlara, ‘kardeşim bütün dünya bizi bölecek’ diyor. Bunun bir karşılığı var. Biz Kürtlerin kimlik talebiyle, Türklerin güvenlik arayışı arasındaki dengeyi, doğru politikayı üretmeden veya Türklere bu meselenin güvenlik riski meselesi olmadığını, ortak yaşam meselesi olduğunu anlatmadan zihni engeli aşamıyoruz. Zaten devlet ve siyasi aktörler de onu aşmak istemiyor. Uğraşmamız gereken alanlardan biri de bu. Gri alanları çoğaltmak gerekiyor. Acilen çözmemiz gereken şey ise siyasi tercihlerin duygulardan besleniyor olması. Siyasetçiler Kürt meselesi diye küfrettiği gün, anket yaptığımızda başka sonuçlar çıkıyor, barış olduğunda, Diyarbakır meydanında Apo’nun mektubu okunduğunda anket yaptığımızda ise başka bir sonuç çıkıyor. Buna bakarak bu toplum iki yüzlü mü, riyakâr mı? Bizim akvaryumdan topluma bakıp, işi çözemediğimizi görmemiz gerekiyor” diye konuştu.

‘UMUDU İNŞA ETMEDEN KİMİN İKTİDAR OLACAĞI ÖNEMLİ DEĞİL’

Son günlerde artan ‘çözüm süreci’ tartışmalarına değinen Ağırdır, sözlerine şöyle devam etti:

“Bir açılım süreci mi var? Bana sorarsanız yok. Kaldı ki hükümet de böyle bir açıklama yapsa, inandırıcılığı da yok. Ama önümüzdeki seçimlerde bu topluma, sadece Erdoğan’dan kurtulup kurtulmamak meselesi olmadığını, yeni bir ortak yaşam umudunu inşa etme meselesi olduğunu anlatmamız lazım. Meselemiz o koltukta kimin oturacağı meselesi değil. Karşı olduğumuz problemin ve çözümün ne olacağını ve asıl umudu inşa etmemiz lazım. Umudu inşa etmeden, umudu siyaset yoluyla topluma anlatmadan kimin iktidar olduğu hiç önemli değil. Günün sonunda, ‘Arkadaş kırmızı çizgiyi çek, Ahmet mi, Mehmet mi diye bir oylama yap’, bunu dayatıyorlar bize.”

‘PARTİLER, DEVLETÇİLER’

CHP’nin Kürt sorununa yönelik tutumunu eleştiren Ağırdır, “Parti deyince hangisi kastediliyor bazen karışıyor. Partiler, devletçiler. Devlet mi yurttaş mı diye baktığınız zaman, hepsi devletçi. Zaten lider bazında demokratlık falan yok. Parti içi demokrasi yok bir kere. Demokrasi Diyarbakır’dan başlar, Ankara’dan başlar jargonları pek makbul oluyor. Ben de diyorum ki demokratlık mutfaktan başlar. Kendi mutfağında demokrat olmayan dışarda ne yapacak yani? Zihin dünyalarında bizim anladığımız bir demokratlık yok. Bireysel olabilir ama kurumsal akıllar için o arkadaşlar etkin değil. O yapılar onları kenarda tutuyor. Bir saatten sonra zaten dışarı kusuyor. Çünkü siyasi kültürle ilgili bir sorun var. CHP’ye bile bakın, 90’dan bu yana 40 ayrı Kürt raporu var ama hala derli toplu ‘CHP Kürt meselesine şöyle bakıyor’ dememiz mümkün mü? Ben bilmiyorum. Birtakım mahcup tavırlarla olmuyor. O bildiriler işe yaramıyor. Partiler meselelere değil, kim nereden hangi listeye girecek diye bakıyorlar. Keşke yanılıyor olsam” dedi.

‘TOPLUMUN YÜZDE 30’U AHABER, YÜZDE 30’U DA FOX VE HALK TV ‘YALAN HABER YAPIYOR’ DİYOR’

Ağırdır, toplantının ilerleyen saatlerinde henüz yayınlanmayan yeni bir araştırmaya ilişkin bilgileri de paylaştı. Yapay zekanın bile artık haber kanalları izleyenlerin siyasi tercihlerini belirleyebildiğini açıklayan Ağırdır, şu bilgileri paylaştı: “13 yıllık araştırmaları bilgisayara ekleyip, hiç siyasi tercih sorusuna bakmaksızın, bir örüntü çıkarır mıyız diye baktığımızda, parti tercihi söylemeden bilgisayarın bile yüzde 85 oranla ‘bu kişi şu partiye oy verecek’ dediği, tanımlayabildiği en kritik soru, haberleri hangi kanaldan dinlediği sorusudur. Müthiş bir şey bu. Bir kanalı izleyenler, oğlu polis ya da asker olsun istiyor ama başka bir kanalı izleyen oğlunun polis ya da asker olmasını istemiyor. Bilgisayar doğrudan formülasyon üretiyor. Yaş ve cinsiyeti temel bir demografik veri olarak kullanıyoruz. ‘Akşam haberleri hangi kanaldan izliyorsun?’ sorusu yaş ve cinsiyetten daha açıklayıcı. Bu yaptığımız araştırmanın konusu medyaydı. ‘En çok yalan haberle hangi kanalda karşılaşıyorsun?’ sorusuna, inanılmaz bir şey. Ülkenin yüzde 30’u Ahaber ve Atv diyor. Bir başka yüzde 30 da Fox ve Halk Tv diyor. Burada ne yapılır? Alternatif kanalları çoğaltmak gerekir. Nasıl destek verilirse verelim bu kaynakları çoğaltmamız gerekiyor. Mikrofonların sesini yükseltmek gibi bir meselemiz var, hele bu seçim yaklaşırken. Çünkü hakikatle ilişkimiz bozuluyor.”

‘ÇÖZÜM SÜRECİNE DESTEK YÜZDE 40 SEVİYELERİNDE’

Ağırdır, kamuoyunda çözüm sürecine desteğin yüzde 35 ile 40 seviyelerinde olduğunu söyledi: “Çözüm sürecinin başladığı dönemde kamuoyunda yüzde 50, yüzde 80 destek yoktu zaten. Yüzde 30’larda başlamıştı. En yüksek seviye bizim verilere göre yüzde 60 seviyesindeydi. Sonra geriledi. Şimdi ise yüzde 35-40 seviyelerinde. Umudu inşa etmemiz lazım. Beklentiyi biçimlendirmeniz lazım. Bir yere geliyor o temenni, sonra geriye düşüyor. Bunu çoğaltmanın yolu da tek başına siyasetçiler değil, bütün aktörleri, zeminleri çoğaltmak. O zaman İmralı görüşmeleri yerine başka mekanizmalar devrede olsaydı o kadar kolay ‘vazgeçiyoruz’ diyemezlerdi. İlmek ilmek, gündelik hayatın içinde örmüyorsanız, sadece İmralı ile Başbakan’ın iradesine bırakıyorsanız yarın da bıraksanız yine olmayacak. Kim kazanırsa kazansın, Türkiye dünyanın bu bölüşüm kavgası içerisinde kendini ayrı tutarak sürdüremez. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak bütün bu handikaplarına, bütün bu haklı eleştirilerimize rağmen, hangi parti iktidara gelirse gelsin yeni bir başka sürecin başlayacağı kanaatine sahibim. Bu seçim sürecinden sonra ister sistem değişsin ister değişmesin, kimin Cumhurbaşkanı olacağından da bağımsız olarak en azından HDP kapatılsa da kapatılmasa da kategorik olarak bir tarafı var saymak ve HDP’yi yok saymak taktik olarak, siyasal ve sosyolojik olarak mümkün değil. Kim Cumhurbaşkanı olursa olsun, o zaman kaçınılmaz olarak Kürtlerle ya da Kürtlerin siyasi temsilcileriyle uzlaşma zorunluluğu gibi bir mesele var. O güne hazırlanmamız lazım. Teke tek pazarlık değil de toplumsal bir uzlaşı olursa daha sağlıklı olur. Yeni bir dili örmeye başlamalıyız.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir