Bekir Ağırdır: Macaristan’daki tablo Türkiye için olası mı?

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Oksijen’de yayınlanan “Macaristan’daki tablo Türkiye için olası mı?” başlıklı yazısında, Macaristan’da seçimi kazanan Orban’ın popülist politikalarının Erdoğan ile benzerliğine dikkat çekti.

Ağırdır, yazısında şu ifadeleri kullandı: “Her şeyden önce Macaristan ile Türkiye sosyolojisi farklı. Tek benzerlik popülist, otoriter yönetim biçimleri. Bir başka benzerlik orada da altılı muhalefet ittifakı, ikili iktidar ittifakı olması. Ama unutmayalım ki 2010’da Orban Macaristan’da iktidara geldiğinde işsizlik yüzde 11 iken 2020’de yüzde 4.3’e düşmüş, enflasyon yüzde 4.3 iken 2020’de yüzde 3.3’e gerilemiş, kişi başı gelir 13 bin 100 dolarmış, 2020’de 15 bin 900 dolara yükselmiş.

Yani Orban popülist, otoriter ve keyfi davranan bir lider ama ekonomide de bazı şeyleri başarmış. Bizdeki ekonomik durum ise büyük bir enflasyon ve işsizlik sarmalına, insanların kazanımlarını, pozisyonlarını kaybettikleri derin bir yoksullaşmaya dönüşmüş durumda.”

Ağırdır bir arada olmanın kazanmak için yeterli olmadığına dikkat çektiği yazısında Türkiye’de muhalefetin açmazlarını da değerlendirdi:

“Macaristan ve Sırbistan seçimlerinde bir kez daha popülist, otoriter liderler kazandı. Aman Allah’ım, Türkiye’nin iktidar yandaşlarında bir zafer havası, muhalefetinde ise panik… Sıkça duyduğumuz doğru söz ise bu seçimlerden muhalefetin ders alması gerektiği.

Son yerel seçimlerde muhalefet partileri bir araya gelip ortak aday çıkararak Budapeşte Belediye Başkanlığı seçimini kazanmıştı, bu genel seçimde de muhalefetteki birlikteliğin kazanacağı umudu güçlüydü. Kategorik olarak bu umut doğruydu da. Ama görüldü ki mesele yalnızca bir arada olmaktan ibaret değil. İç ve dış dinamikler, toplumların duygu halleri, zamanın ruhu, muhalefetin örgütlenmesi, seçim sürecinin yönetimi ve elbette aday seçimi gibi seçmenin tercihlerini etkileyen o denli çok unsur var ki…

Daha da önemlisi, seçimin sonucu muhalefetin seçmenle ilişkisi kadar rakiplerin de yaptıkları-yapamadıkları, seçmenin hangi duygu ve motivasyonunu harekete geçirebildiklerine bağlı. Seçim çok aktörlü, çok katmanlı, çok boyutlu bir oyun ve yalnızca bir aktörün mahareti, başarısı, başarısızlığı değil tüm aktör ve dinamiklerin çoklu karşılıklı etkileşimleri içinde gelişen bir süreç.

KESİN KAZANACAK DİYEMEYİZ

Macaristan seçimlerindeki sonuç Türkiye için de olası mıdır? Evet, Erdoğan’ın seçimi kazanması bugünden bakılınca hâlâ olasıdır. Muhalefet kesin kazanacak demek için erken. Bu tereddütlü hali üreten de Erdoğan değil muhalefetin yapamadıkları esas itibarıyla.

Çünkü Erdoğan’ın ve AK Parti’nin maharetini, gücünü hafife almak ve yalnızca hatalarına bakarak seçimi kaybedeceği varsayımı gerçekçi ve yeterli değil. Yine Macaristan’dan alınacak asıl derslerden birisi, iktidarın hataları, popülist otoriter politikalarına itirazın tek başına yeterli olmaması.

Merak ediyorum, gerçekten Türkiye muhalefetinin partileri, liderleri Macaristan’da ne oldu ne olamadı, neden olamadı üzerinde düşünüyor, kendi stratejilerini o gözle yeniden değerlendirme ihtiyacı duyuyorlar mı?

Her şeyden önce Macaristan ile Türkiye sosyolojisi farklı. Tek benzerlik popülist, otoriter yönetim biçimleri. Bir başka benzerlik orada da altılı muhalefet ittifakı, ikili iktidar ittifakı olması. Ama unutmayalım ki 2010’da Orban Macaristan’da iktidara geldiğinde işsizlik yüzde 11 iken 2020’de yüzde 4.3’e düşmüş, enflasyon yüzde 4.3 iken 2020’de yüzde 3.3’e gerilemiş, kişi başı gelir 13 bin 100 dolarmış 2020’de 15 bin 900 dolara yükselmiş. Yani Orban popülist, otoriter ve keyfi davranan bir lider ama ekonomide de bazı şeyleri başarmış. Bizdeki ekonomik durum ise büyük bir enflasyon ve işsizlik sarmalına, insanların kazanımlarını, pozisyonlarını kaybettikleri derin bir yoksullaşmaya dönüşmüş durumda.

YENİ BİR SIÇRAMANIN EŞİĞİNDEYİZ

Her iki ülkenin küresel dinamiklerden etkilenme kapasiteleri yüksek. Ama Türkiye, Macaristan’dan farklı olarak küresel ekonomik ve siyasal bölüşüm kavgasının hem sahnesi hem öznesi. Öte yandan Macaristan da Avrupa Birliği ülkesi olması nedeniyle AB’nin tüm risk ve fırsatlarından doğrudan etkileniyor.

Pandemi süreci de Ukrayna krizi de popülist liderlerin bizatihi yeni sorunların kaynağı olduklarının anlaşılmasını sağladı. Ulus devletlerin ve popülist hareketlerin güçlendiği bir dönemin sonunda aslında problemlerimizin ne denli küresel olduğunu, küresel problemlerin çözümlerinin de küresel olması gerektiğini anladık. Kendiliğinden ve hoyratça gelişen küreselleşme yerine şimdi gerçek küresel kurumların, kuralların ne olması gerektiği tartışılıyor. Bu arayışlar, tartışmalar, iş birlikleri ve çözümler sayesinde insanlık daha hızlı bir değişim sürecine girecek. Tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasındaki arayış ve ekonomik, siyasi, sosyal sıçrama gibi yeni bir sıçramanın eşiğindeyiz.

Ama henüz büyük dönüşümün liderleri ve politikaları ortada olmadığı için dünya krizlere doğrudan müdahale yerine, krizin sürece etkisi üzerinden bakıyor. Yani bugün dünya Türkiye veya Macaristan’da ne olduğuna, kimin ne yaptığına bakmıyor, buralardaki olası krizlerin bu değişimi nasıl etkileyeceğine bakıyor. O nedenle AB, üyesi olduğu halde Macaristan’daki demokrasiyi zorlayan uygulamalara açıktan karşı çıkmıyor.

Türkiye muhalefetinin bunun ne kadar farkında olduğundan emin değilim. Ama Ukrayna krizi nedeniyle Türkiye’yi ziyaret eden hiçbir siyasetçi muhalefet aktörleri ile temas kurmuş, onların fikrini merak etmiş değil. Demek ki hâlâ Batı ülkeleri siyasetçi ve yöneticilerinde muhalefetin seçimi kazanacağına dair bir kanaat oluşmuş değil. Nasıl olsun ki, muhalefetten hiç kimse dünyanın gidişatı ve Ukrayna meselesinde Türkiye’nin pozisyonuna dair bir tutum, vizyon açıkladı mı? Hatta cumhurbaşkanlığı adaylığı için açık veya örtük arzu ve niyeti olanların da gidişata dair bir vizyonunu, kanaatini, önerisini duyan oldu mu?

Dolayısıyla muhalefetin birinci ve derin açmazı henüz dünyanın gidişatı, o gidişat içinde Türkiye’nin pozisyonu üzerine bir vizyonunun olmaması. Kastettiğim emekli diplomat parti sözcüleri üzerinden mahcup bazı açıklamalar değil, bir dünya vizyonu sahibi olmak. Bu vizyon seçmeni ikna etmek için değil, etkilenenleri etkileyen aktörleri ikna etmek, ülke için dünyanın olası yeni sıçramasında bir fırsat aralığı oluşturmak ve küresel muhalif hareketlerle, iklim ve çevre hareketiyle, küresel yoksullukla mücadele, emek hareketiyle, göçmen hakları hareketleriyle karşılıklı beslenme imkânlarını yaratmak için gerekli. Yerel muhalefetin küresel muhalefet ve yeni arayışlarıyla karşılıklı beslenmesi gibi bir konu henüz ne partiler de ne de aday adaylarında var. Çünkü zihni bir bariyer var. Partiler ve aktörler, toplumun milliyetçi ve muhafazakâr, Batı’ya kapalı olduğu kabulüyle hareket ediyor. İktidarın kurduğu yerli ve milli kavramının dışına çıkmayı hâlâ sakıncalı gören, iktidarın çizdiği aralık ve gündem içinde oyuna razı olan bir muhalif zihin hâkim.

BİR ARADA OLMAK KAZANMAYA YETMEZ

Muhalefetin ikinci büyük açmazı hâlâ 28 Şubat mutabakatını gündeme getirememesi, toplumsallaştıramaması. 28 Şubat’ta altı liderin imzaladığı ilkeler manzumesi üzerine ben henüz herhangi bir partinin toplantısını, konferansını görmedim. Partiler bu mutabakattaki ilkeleri kendi parti kurullarına, örgütlerine, il ve ilçe başkanlarına anlattılar mı, seçmene o ilkelerin ne anlama geldiğini anlatma çabasına girdiler mi, emin değilim. O zaman beklentileri bir arada durmanın yeterli olduğu belki de. Ama işte Macaristan örneği gösteriyor ki bir arada olmak, tek aday çıkarmak yetmiyor. Eğer bir aradalığın gereğini, amacını, içeriğini doğru içselleştirip, doğru anlatmıyorsanız bir arada olmanın anlamı yalnızca yüzde elli artı bire ulaşmak olarak kalıyor. En azından seçmen böyle kodluyor. Bu algı güçlendikçe de muhalefet ittifakının handikapı “güçlü, otokratik lideri ancak altısı bir araya gelince yenebileceklermiş” görüntüsünün içine sıkışmak oluyor. Bu algı ise muhalefetin değil iktidarın lehine bir duygusal ve zihni atmosfer üretiyor.

Muhalefet şimdilik yalnızca ekonomik krizin üreteceği seçmen tepkisine yaslanmış görüntüsü veriyor. Böylesine büyük bir alt üst oluş seçmenin iktidara bakışını etkiliyor ama henüz seçmen muhalefete de dönmüş değil. Muhalefet henüz seçmende güven inşa etmiş de değil. Tek başına itiraz ve eleştiri muhalefete gerekli seçmen desteği üretmiyor. Seçmen gündelik dertlerin içinde sıkışmış, umutsuz ve çaresiz durumda. Ama güvenerek peşine düşeceği yeni bir söz, ses de bulmuş değil. Dolayısıyla sokakta, gündelik hayatta muhalefetin güçlenmekte olduğuna dair bir hava, algı oluşmuyor.

Karşılıklı biçimde partiler ve örgütleri sokakta o havayı görmedikçe öz güven eksikliği yaşıyor. Öz güven eksikliği her hareket ve açıklamada hissediliyor. Seçmen de o öz güvensizliğe bakarak tedirgin ve temkinli duruyor. Sokaklarda değişime dair bir heyecan, altılı ittifaka dair bir umut, yeni partilere karşı yeni ve heyecanlı bir bakış olmadıkça da gerçek sorunların ürettiği ağır hava iyimserliği değil kaygıyı besliyor.

Muhalefetin bir başka açmazı siyasi kültürden besleniyor. Her partinin dört katmanı var. Lider, partinin kurumsal aklını oluşturacak üst yönetim, örgüt, seçmen. Bu dördü arasında bile bir mutabakat, umut, heyecan, tutku yok. Şimdilik başarılan altı liderin birbirine güveni. Ama daha partilerin kurumsal akıllarını oluşturacak yönetim ekiplerinin kendi içlerinde bile mutabakatları yok. Her bir partinin kendi örgütsel sorunları ya da hâlâ güçlü biçimde örgütlenme eksiklikleri var. Partilerle seçmenleri arasındaki ilişki, iletişim bile sorunlu. Bu eksiklikler de seçmene yansıyor ve seçmen oyun sahasının kenarında beklemeye devam ediyor.

Muhalefet yalnızca 28 Şubat mutabakatını değil iktidarın yaptığı seçim yasası değişikliğinin nedenini ve olası sonuçlarını bile sağlam bir siyaset başlığı yapmış değil. Halbuki seçim yasasındaki değişiklikler, iktidarın medyadaki hakimiyeti, mahkemeler ve güvenlik güçlerini hoyratça kullanarak siyasi alanı olabildiğince daraltma çabaları seçim sürecinde oluşacak seçmen kanaatlerini doğrudan etkilemeye dönük. İktidarın bu konudaki maharetini, tecrübelerini ve niyetlerini yok saymak, bugünden yalnızca bu meseleyi bile siyaset konusu ve gündem yapamamak ve yeter ki sandık kurulsun diye beklemek gerçekçi değil.

Tüm bu değerlendirmelerim doğru ise, evet, Macaristan’daki gibi büyük bir hayal kırıklığı yaşamak hâlâ mümkün görünüyor. “Türkiye Macaristan’a benzemiyor ki” kanaatine sığınmak mı “yeniden her şeyi düşünsek mi” seçenekleri arasında muhalefetin hangisini seçeceğini göreceğiz.”

KAYNAK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir