KEREM AKÇA- Toni Servillo, İtalyan sinemasının simge oyuncularından. 1959 doğumlu aktör, Paolo Sorrentino’dan Mario Martone’ye uzanan sayısız tecrübeli yönetmenle çalıştı. Genelde ise İtalya’nın opera geleneğinden çıkmış sahne kimliğiyle tanındı. Metot oyunculuğunu benimsedi, tiyatro geçmişinden destek aldı. Sorrentino ile birlikte unutulmaz filmler ve karakterlerle sinema tarihine damga vurdu. Avrupa Film Ödülleri’nde ve David di Donatello Ödülleri’nde birden fazla kez En İyi Erkek Oyuncu seçildi. 80. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan “Adagio”da rol alan usta oyuncu Toni Servillo ile söyleştik.
*Stefano Sollima’nın üçlemesinin son halkasında sizi etkili bir rolde izledik. Yönetmenin, ülkesinin Denis Villeneuve’ü olarak sivrildiği söylenebilir. “Adagio”ya çalışırken nasıl bir süreç geçirdiniz? Sinemacının tüm filmlerini gördünüz mü?
Her filmini gördüm. Farklı gelenekte sinema yapıyor. Marco Bellochio, Matteo Garrone, Mario Martone, Paolo Sorrentino daha farklı dünyalar sunuyor. Sollima ise aksiyon ve tür filmleri yapıyor daha ziyade. Ama bu yapıtın aynı zamanda ‘auteur’ bakışını taşıyan bir dünyaya kaydığı da söylenebilir. Buna daha eğilimli olduğunu anladığımız ‘hiççi’ bir atmosfer kurmak için çabalıyor. Bunu ise distopik bir gizem üzerinden yapıyor.
*Karakterinizi ustalıkla canlandırarak filme damga vurmuşsunuz. Üç boyutlu bir tipleme var. Leos Carax’nın Denis Lavant için yazdığı ve külte dönüşen “Merde” aklıma gelen ilk örnek oldu. Esin kaynaklarınızdan biri o muydu?
Sınır kişilik bozukluğu yaşayan karakter, tuhaf hamlelerle ister istemez hareket etmek zorunda kalıyor. Bunun yaşattığı benliği ve sahne kimliğini göz önüne alınca aslında neden olmasın diye düşündüm. Truffaut ve Godard gelenekleri her zaman önemli. Ben de Carax’nın hissettirdiği bu eğilime destek veriyorum.
*Sorrentino ile beraber sinema tarihinin en kalıcı ikililerinden birine dönüştünüz. “L’uomo in più//Bir İnsan Daha”dan “Il Divo”dan, “La grande bellezza/Muhteşem Güzellik”ten “The Hand of God/Tanrı’nın Eli”ne uzanan iş birliğiniz var. Postmodern dünyada Fellini-Mastroanni ikilisinin yerine geçen bu geleneğin sırrı nereye dayanıyor?
Aslında çok tesadüfi başlamıştı. Martone Napoli’de bir tiyatro şirketine sinema projeleri bulmaya başladı. Bu prodüksiyonlara onun ilk filmi “Morte di un matematico Napoletano” (1991) start verdi. Ondan sonra çok ilgi çekti. “L’uomo in più”yu yaptık sonrasında. Sorrentino ile birkaç saat önce telefonda konuştuk. Aynı fikirleri ve bakış açılarını ortaya koyan birliktelikler ortaya çıkabilir. Bu sayede seyirciye de yansıyabilir. Bu aslında çok gizli bir bağlantı. İki ayrı şehirde yaşıyoruz. Çok az görüşüyoruz. Bazen “Senaryoyu yazdım, sen de oyna” diyor. Bazen bir şirket giriyor, bazen bir şehir ortaya çıkıyor. Bir şekilde işler devam ediyor. Bu sayede de kaliteli senaryolara alan açılıyor. Bundan çok mutluyum. Bir senaryoyu bir hafta yazmış, sonrasında “L’uomo in più”nun senaryosunu bana bir noel yemeğinde vermişti.
*İstanbul ile nasıl bir bağınız var?
İstanbul’u çok seviyorum. Tiyatro için gelmiştim (Servillo, Carlo Goldoni’nin “Tatil Üçlemesi”yle 2010 yılında Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne konuk olmuştu). Boğaziçi’ne bakan bir odam vardı.
*Sorrentino ile Hollywood’da veya başka bir İngilizce filmde rol almak ister misiniz?
O da hâlâ İtalya’dan çıkamadı. Napoli’den bir film çekiyordu en son konuştuğumda.
*İtalyan sinemasında yer etmiş birçok yönetmenden bahsettiniz ama bunlar arasında Ferzan Özpetek yok. O da son 30 yılda belli bir geleneği oturtan bir isim oldu İtalya’da.
Evet, doğru. Sollima kadar tür sinemasına yatkın bir geleneği yok. Sanatsal işler yapıyor. Kuir sinemada kendine özgü dünyası var. Saygı duyuyorum. Beni dünyasına sokmak isterse mutlu olurum.
*Oyuncu olarak dünya sinemasından veya İtalya’dan örnek aldığınız belli bir isim var mı?
Sinemadan ilk aklıma gelenler Marcello Mastroianni ve Gian Maria Volontè. Tiyatrodan ise Eduardo Benidetto.
*İtalyan sinemasının korku geleneği de önemli. Peki siz Dario Argento ve Lucio Fulci filmleri izlediniz mi?
Daha ziyade Fransız Yeni Dalgası ve İtalyan modern sinemasıyla ilgilenirim. İtalyan komedi filmlerinden Mario Monicelli’nin yönettikleri vardı. Jean-Pierre Melville, Claude Chabrol severim. ABD’de yeni çıkış yapan Jordan Peele’nin son filmini de beğendim.