Medya Politik… Kaza namazları, yogalar ve İslam algısında eksen kayması

Türkiye 2022 Ramazanına, uzun yıllar unutulmayacak, şimdiden ‘tarihe geçtiği’ söylenebilecek bir pahalılık sorununun sert dikenli yumağı içinde sıkışmışken girdi. Müslüman-muhafazakârların iktidarının yirminci sene-i devriyesine giderken, eskilerin tabiriyle mütekâmil [gelişkin, olgun, tamam] bir karşılaşma bu. Zamanda ve ‘uzay’da, rejimin kurucularına dahi nasip olmayan bir kuvvete ve derin nüfuza sahip olunmuş bu yirmi yılın sonunda, bir başa dönüş telaşı da yaratıyor, ilgili çevrelerde.

Faruk Beşer, cuma günü Yeni Şafak’ta sitem ve endişe dolu bir yazı yazıyor mesela… TV seyretmiyor Beşer, ama Ramazan boyu iftar ve sahurlarda kimlerin konuşturulduğuna bakıyor. İsabetli bir numune kesiti. Eskiye göre daha çok ve kaliteli hocaların yetişmiş olduğunu görmekten memnun. Ama “Bununla beraber”, diyor,

“İslam algımızda ve sunumunda bir eksen kaymasının olduğunu da hissedebiliyoruz. Genellikle dikenlerinden arındırılmış renksiz bir İslam sunuluyor bize. Biraz müzik, biraz eğlence, biraz menkıbe, biraz hikâye, biraz masal, bazılarınca da bol uydurulmuş hadis… Müslümanlar dünya siyasetiyle, daha genel olarak da demokrasi ile, laiklikle, modern kültürle hesaplaşmayı göze alabilmekten ve alternatif aramaktan hızla uzaklaşıyorlar. Gittikçe modern kültürün bir parçası hatta savunucusu haline geliyorlar. Neyin asıl olduğunu bilemeyenlerimiz çoğunlukta.”

Bu melankoli her Ramazan’da eser zaten buralarda, deyip geçilebilir mi? Galiba geçmemeli. İmam-hatipli ve ilahiyat profesörü Faruk Beşer, klişe gibi görünse de, güncel imaları bakımından çok yabana atmamak gereken bir telkinde de bulunuyor zira: “Haramların başı gıdalardaki ve cinselliklerdeki haramlardır.”

Aynı gün yine Yeni Şafak’ta, Ersin Çelik, İstanbul’da ilk iftar çadırının 1995’te Üsküdar’da kurulduğunu hatırlatarak, geçen 27 yılın acele ama yine ‘endişeli’ bir muhasebesini yapıyor. Eleştirinin doğrultusu mevcut İstanbul Belediyesi ve onun CHP’li başkanı gibi görünse de, bir içe bakış da saklanamıyor bu yazıda. “Ramazan ayına özel kurulan ve iftar-sahur arası insan sellerini ağırlayan kitap fuarları bile eski ilgiyi görmüyor” diyor Çelik. Bu fuarların, İslam-politik’in ittihat ve neşriyatındaki rolü bilinir. Yokluğundan şikâyet bu açıdan daha bir anlamlı olmalı.

Hem Ersin Çelik’in tek endişesi bu değil, şöyle de diyor mesela: “Fark ettiyseniz Ramazan artık daha çok sosyal medyada yaşanıyor.” Bu yazılarda bir iç mesaj, bir mazruf bulan ya da arayan için iştah açıcı sözler…

* * *

Geçtiğimiz hafta kendini “bilinçaltı ve kuantum uzmanı” olarak tanıtan Eylem Amine Altunkaynak isimli bir zamane görüngüsü pek çok konuşuldu, hatırlarsınız: Lüks otellerde, ‘muhafazakar çevrelerin’ katıldığı ‘nefis tezkiyesi’ seansları tertipleyen, cipli, peçeli, şifacı Amine Hanım… İsmail Kılıçarslan, bu görüngüde yapısal kusuru, kanserli hücreyi ilk tespit edenlerden oldu, teşhisi kanser olarak koymasa da. 12 Nisan’da “Kaza namazım var, yogama mani olur mu?” başlıklı yazısında şöyle söyledi:

“Sosyal medyada bir peçeli kızın gayet güzel şekilde kurduğu ‘kişisel gelişim tezgâhı’ haberlerini görünce yeniden depreşti kişisel gelişim eleştirilerim. Abla, neredeyse bütün kuantumcular, bütün duru görücüler, bütün çakracılar gibi keriz silkeliyor. Şahane tezgâh.”

Doğru söze ne denir?

Fakat doğru söz tek başına yetmiyor. Bu silkelenen ‘kerizler’ nerenin kerizi, hangi toprakta hangi gübre ile göverdiler de böyle oylum oylum hasat ediliyorlar?

Kılıçarslan’a dönelim biz.

“Google’a ‘Kur’an’da kişisel gelişim’ yazdığınızda karşınıza ‘İşte Kur’an-ı Kerim’deki kişisel gelişim ayetleri’ haberleri çıkıyor. Vallahi çıkıyor.

Allah’ın mümin kullarının karakterini inşa etmeleri için vahyettiği ayetlerin bir kapitalist teoride kullanılmasında sıkıntı görmeyen zihinler inşa edersek geliriz başlıktaki soruya: “Kaza namazım var, yogama mani olur mu?”

***

Ersin Çelik mühim bir hatırlatma yapıyor: İftar çadırları 1995’in Ramazan ayında zuhur etti. 94’teki 5 Nisan Kararları’nın, o yıkımın üstünden 11 ay geçmişti. Enflasyon, pahalılık, durgunluk ile malul toplumun aşevlerine muhtaç olduğu zamanlardı.

Siz onun adına umum, ümmet, cemiyet, millet, ne derseniz deyin, toplum vaktiyle tam da böyle bir zorlukla karşı karşıyayken size meyletmiş ve şimdi yine aynısıyla karşılaşmışken, aşevi olan iftar çadırları aklınıza düşer, dinsel kuantum tacirlerine kapitalist kişisel gelişimci demeniz icap eder.

Bir tür ‘çekirdek reaksiyonu’ gibi bu. Önemsenmeli, çünkü belli ki bu ‘çekirdek’ de bir şeyleri önemsiyor. Tam da Saadet, Deva, Gelecek, Yeniden Refah, Hüda-Par ve diğerlerinin bir ‘başka’ ittifak oluşturması, giderek daha yüksek sesle konuşulmaya başlamışken. Burada ‘Yeniden Refah’ isminin simgesel taşıyıcılığına ayrıca dikkat çekerek bitirmiş olalım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir