Seray Şahinler – Geçmiş, hepimizin çözmeye çalıştığı ama bir türlü çözemediği zor bir düğüm. Bilim insanlarının, sanatçıların yüzyıllardır anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı, değişmeyen ve dönüşmeyen bir kavram ‘zaman’. Olayın duygusal boyutundaki bizler ise bir yandan nostaljiyi kutsayıp sadece güzel anların hasretini çekerken bugün yaşadığımız olumsuzlukları geçmişteki düğümlere bağlıyoruz. Peki kendi geçmişinize şöyle bir uğrasanız, yaşananları gerçekten değiştirmek ister miydiniz? Yoksa yaşadıklarınızın sizi siz yapan şeyler olduğuna kanaat getirip hafıza odalarının kapılarını kapatır mıydınız?
Bulgar yazar Georgi Gospodinov, geçmiş meselesine temas eden, son yılların en etkileyici, en vurucu romanlarından “Time Shelter (Zaman Sığınağı)”nda geçmişin sadece başımıza gelen şeylerden ibaret olmadığına, bazen sadece hayal ettiklerimizin bir bütünü olabileceğine dikkat çekiyor.
Geçmiş referandumu
Geçtiğimiz hafta edebiyatın en prestijli ödüllerinden Booker Prize’ı kazanan “Zaman Sığınağı”, alzheimer hastalarının yaşadığı çıkmaza çare olarak kurgulanmış, geçmiş reçetesiyle hastaları iyileştirmeyi amaçlayan bir kliniği konu ediyor. Fakat başta belirtmeliyim, yazar çözüm için geçmişi işaret etmiyor. (Gospodinov’un Booker’ı kazanan ilk Bulgar yazar olduğunu ekleyelim.) Anlatıcının yolu öncelikle kafayı geçmişle bozmuş, geçmişin labirentlerine girip çıkan ve zamanda yolculuk yapan Gaustine ile kesişiyor. Yer yer kendi geçmişlerine de saplanıp kaldığını düşündüğümüz ikili, hafızası yitip gidenler için dünyanın gelmiş geçmiş en ‘refah ülkelerinden’ İsviçre’nin Zürih kentinde geçmiş kliniği kurmaya karar veriyorlar. Klinik katlara ve odalara bölünerek ‘30’lu yıllardan başlayarak ‘90’lara kadar uzanıyor. Hastalar istediği yılı seçebiliyor. Hangi yılda mıhlanıp kaldılarsa artık… Klinikteki herkesin geçmişi, bugünü oluyor. Yaşananlar, zamanda kırılmalarla II. Dünya Savaşı’na, ‘70 ve ‘80’lerin otoriter rejimlerine, bir ajan tarafından takip edilen Bay N.’den araştırma görevlisi Bay K.’ye kadar uzanıyor. Kliniğin kapısı zamanla sadece hastalara değil, belli yıllarda yaşamak isteyen refakatçilere de açılıyor. ‘Günümüzde kendi evinde hissetmeyen insanlara’… Sürekli geçmiş üreten, geçmiş fabrikası ve birer canlı geçmiş makinesi olan ikili, her şeyin fiyatının yükselirken hayatın değerinin düştüğünü ve insanlık tarihinde ölüm bedelinin hiç yüksek tutulmadığını, insanın kendinin gidip geçmişinin kaldığını söylüyor.
Hastalara derman olmaya çalışan kahramanlarımızın kendi geçmişleriyle derdi yok mu, var elbette. Anlatıcının çocukluk yıllarını, kendi hafıza odalarını kurcaladığı dönem, dümeni Bulgaristan’ın geçmişine de kırıyor. Devlet başkanının çocuk zihinlerindeki yeri, ülkenin, ulus-devletin, Avrupa politikalarının gerçekleriyle birleşiyor. Yazar, “Zaman Sığınağı” ile geçmişimizin salt yaşananlardan ibaret olmadığını, ailenin, toplumun ve devlet politikalarının bu geçmişi kesip biçmede oynadığı kilit rolü hatırlatıyor. Anlatıcının çocukluk yıllarındaki Bulgaristan denklemi, geçmiş odalarında atılan voltalar ve bütün anıların toplamı Avrupa’nın dünü ve bugününe dair de sorgu defterini açıyor. Avrupa da çareyi geçmişini tekrar oylamakta buluyor ve ‘Geçmiş referandumu’na gidiyor. Batı Avrupa ile Doğu Bloğu’nun geçmiş referandumundaki tercihleri aynı değil elbette. Fakat Avrupa geçmişiyle hesaplaşırken ya da hâlâ hesaplaşamamışken geleceğini de pek çizecek gibi değil.
Anılar kaybolunca ne olur?
Booker Ödülü Jüri Başkanı Leila Slimani ile geçtiğimiz yıl “Başkalarının Ülkesi” romanı vesilesiyle yaptığımız söyleşide “Bu hikâyeleri ve çocukken üzerimde yarattıkları büyüyü hatırlamaya çalıştım” demişti. Alın size bir ‘zaman sığınağı’ daha… Slimani, Booker Ödülü’nü anons ettiğinde ise Gospodinov için “Çağdaş ve aynı zamanda felsefi bir soruyu ele alan çok derin bir çalışma: Anılarımız kaybolduğunda bize ne olur?” ifadelerini kullandı.
“Zaman Sığınağı” fikri, dili, üslubu ile son yılların en güçlü romanlarından. Booker Ödülü ile başarısını taçlandırıyor. Referansları ve bu referanslarla beslediği meselelerinin güçlü birlikteliği, Gospodinov’un diliyle edebiyatın zirvelerinde dolaştırıyor romanı. Hasine Şen Karadeniz’in çevirisi ise son zamanların en başarılı örneklerinden biri. “İyileşmek için geçmişi yeniden yazmaya kalkışmalı mıyız?”, “Geçmiş kayıp bir ülke mi?”, “Birinin hafızasında yoksam, ben hiç var mıyım?” sorularına yanıt aramaya devam…