Üstad, şair, fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek, edebiyatımızda unutulmaz şiirlere imza atmış, fikirleriyle, stiliyle ve Hakka olan bağlılığıyla öne çıkıp gönüllerde taht kurmuştur.İşte Necip Fazıl Kısakürek’in en sevilen şiirleri…
Dayan Kalbim
Seni dağladılar değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.
Sensin gökten gelen oklara maksat;
Oyası ateşle işlenen gergef.
Çekme üç beş günlük dünyaya esef
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
Allah Diyene
Her şey, her şey şu tek müjdede;
Yoktur vefat, Allah diyene
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah diyene
Akıl, kırık kanadı hiçin;
Kederi gücü ‘nasıl’ ve ‘niçin’…
Bağlı, perçin üstüne perçin,
Benim gönlüm Allah diyene…
Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar
I
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, ardıma bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Güya beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Konutların bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir dehşet birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, daima simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir lakin üzere konutlar.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel üzere fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan üzere, sıkı sıkıya bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara uzunluktan boya;
Alsa buz üzere taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…
II
Başını bir gayeye satmış bir kahraman üzere,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan üzere,
Sonsuz aralıkların üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir kederin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût üzere münzevî, çığlık üzere hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur…
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…
III
Bir esmer bayandır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.
Ondan bir temas üzere rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.
Gerimden bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir diğerine râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr üzere başımdan…
Sanat
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Beceri bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…
Necip Fazıl Kısakürek
Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar…
Bu Yağmur
Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.
Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik,
Derimde acısız yatan bir bıçak.
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.
Bu yağmur mecnunluk vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz fikirlerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden…
Her Nefesten
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet senden habersiz aldığım her nefesten…
Tam Otuz Yıl
Tam otuz yıldır saatim işlemiş, ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…
Zindandan Mehmed’e
Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta…
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı? .. Tahminen… Daha ölmedim!
Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur mahpusa düşeli…
Git ve gel… Yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil…
Müdür beyefendi sıkıntı dinler, bugün ‘maruzât’!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat…
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem…
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
Beşerler zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat…
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, yıllık paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını vakit erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler…
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger… Beynimi içtin!
Sükût… Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, meyyit ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir…
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, yazgı bu, buyruk…
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, daima yoncalanmış…
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında parıltı, tekrar doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, meskene dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbette bizim, şüphesiz bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Müziğimiz Bizim
Döner ulu şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir konutumuz barkımız bizim
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Öbür alemlerle farkımız bizim
Kurtulur lisan, tarih, ahlak ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği vakit
Her tarlayı sular arkımız bizim
Gideriz parıltı yolu izde gideriz
Taş bağırda, sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda müziğimiz bizim.
Necip Fazıl Kısakürek