Doğan Selçuk ÖZTÜRK
●Hüseyin Bey, hayat hikâyenizi kısaca dinleyebilir miyiz?
1950 yılında Tokat’ın Erbaa ilçesinde doğdum. 1957 yılında, Erbaa’da bulunan Mithatpaşa İlkokulu’na başladım. Hafta sonları aile bütçesine katkı sağlamak için çakmak taşı satıyordum, yaz tatillerinde ise Erbaa’da bulunan kiremit fabrikasında çalıştım. 1965 yılında ortaokulu bitirince Bursa’ya taşındık. Bursa Akşam Ticaret Lisesi’nde okurken dayımın havlu mağazasında çalışarak iş hayatına başladım. 1967 yılında, Erbaa’daki baba evini satarak, 14.000 Türk Lirası sermaye ile kendi adıma ilk havlu mağazasını açtım. 1967 yılında vergi mükellefi oldum ve işletme defteri kullanmaya başladım. Yani 55 yıl tamamen dolmuş durumda. 55 yıl içinde tabii başımızdan çok mücadeleler geçti. Biz hayatı mücadele değil, mücadeleyi hayat olarak görüyoruz.
TALEBİN BOL OLDUĞU YERDE HERKES SATAR
1967 yılında dükkânı açtığımdan beri ayağımı yorganıma göre uzatarak yaşıyorum. Evimizi satarak başladık ve 1976 yılına kadar araba almadım. Çünkü ev, araba iş yeri alır ama işyeri araba alamaz. Önce sermayeyi artırmak mecburiyetindeydik. Müşteri daima haklıdır düşüncesiyle insan ilişkilerine çok dikkat ettik. 1971 yılına kadar sadece mağazamız vardı. O yıla kadar üreticiden alıp satıyorduk. Müşteriyi daima velinimet olarak gördük. En agresif müşteriye malı satabiliyorsanız başarılısınızdır. Agresif olmayana o malı satmak kolay, talebin bol olduğu yerde herkes satar. Nitelikli malı uygun fiyata sürdürülebilir şekilde verdiğiniz zaman müşteriyi elde tutuyorsunuz. İmalata başladığımızdan beri hep buna dikkat ettik ve üretimde verimlilik maliyetlerini rakiplere göre iyi irdeledik. Rakipten daha ucuza mal etmeliydik. Daha ucuza mal edebilmek için de yeni teknolojileri yakalamamız lazımdı. O yüzden 1984 yılında yeni teknolojiyi yakaladık. Havluda otomatik tezgâhlara geçtik, 1995 yılında boya baskıyı getirdik. Bunların hepsinin sistemini oluşturduk. Verimli çalıştık, bütün işçilerimizi kayıt içinde tuttuk, her şeyi faturalı olarak hareket ettik ve kurumlar vergimizi de düzenli şekilde ödeyerek işletmemizi geliştirdik. İç ve dış talepleri doğru şekilde değerlendirerek hem içeriye hem de dışarıya üretim yapmaya başladık ve 1996 yılında 10.000 tonluk kapasiteyle dünyanın en büyük 10 havlu fabrikasının içine girdik. Şu anda hâlâ bu şekilde devam ediyor.
DEMOKRASİ BAMBAŞKA BİR ŞEY
● Yurt dışında unutamadığınız bir anınız var mı?
1980 yılında Trablusgarp’a gittim, dayımla beraber mal satmaya. Hiç unutmuyorum, 4 milyon 50 bin dolarlık mal sattık. Otelde yer bulamadık. Gemi otelinde yer bulduk, oraya yerleştik. Ondan sonra bir de fotoğraf makinesi aldık. Baktık bankaya paramız ödenmiş. Mallar da mağazalarda satılıyor. Her şey yolunda… Caddeye çıktık, dolaşıyoruz, resim çekiyoruz. Dayım benim resmimi çekiyor. Dedi ki kadın askerler geliyor, onların önünde de çekeyim seni. Çekti çekmesine ama sonradan sivil polis olduklarını öğrendiğimiz 5-6 Arap bizi yandaki apartmanın içine yaka paça soktular. Ondan sonra hemen asansöre bindirip dördüncü kata çıkardılar. Pasaport dediler. Pasaport Türk pasaportu olunca biraz rahatladılar. Bizi casus zannetmişler. Ondan sonra 5-10 dakika durdular, konuştular kendi aralarında. Hadi iniyoruz. Nereye. Soru sormak yok. Arabaya bindirdiler bizi, götürüyorlar. Trablusgarp’ın dışına çıkardılar. Çölde gidiyoruz. Dedim ki dayı eğer bizi burada 6 ay içeri atsalar kimse bulamaz. Nitekim kale duvarları göründü. Hapishane duvarları çölün ortasında. Nizamiyede bizi bir, bir buçuk saat beklettiler. Bir evrak getirdiler. Fotoğrafınız var mı vesikalık dediler, vesikalık fotoğrafımız yok dedik. Ondan sonra şurayı imzalayın dediler. Bu nedir dedik. Bu Trablusgarp’ta üniversite öğrencilerine verilen bir haftalık fotoğraf çekme müsaadesidir dediler. Allah cezanızı vermesin dedim. Yani keşke size müsaade etmiyoruz deseydiniz de bu kadar eziyeti çekmeseydik. Geri getirip bıraktılar. Fotoğraf makinesi de zaten ucuz bir makineydi, çöpe attık. Ertesi gün de uçağımız vardı. Gemi otelden çıkmadan gerisin geriye geldik. Demokratik olmayan ülkelerden her zaman korkacaksın, demokrasi bambaşka bir şey. O yüzden Mustafa Kemal Atatürk’e ne kadar şükretsek azdır.
● Sayısız fuara katılmışsınızdır. Onlardan birini dinleyebilir miyiz?
Cidde fuarına 1992 yılında bir TIR dolusu havlu götürerek katıldık. Standımızı açtık. Perakende havlu satıyoruz. Bir TIR havlu da 70 bin dolar o zamanın parasıyla. Fuar üç gün süreli. Satıyoruz satmasına ama bu hızla ancak 10 bin bilemedin 15 bin dolarlık mal satarız diye hesap etmeye başladık. En az 50 bin dolarlık mal kalacak. Ya bu malı geri götüreceğiz ya da orada satacağız. İkinci gün James Bond çantalı bir adam geldi. Şık giyimli bir Arap. Dedi ki burada ne kadar mal kalırsa kalan malı ben alacağım. Listeyi de yapın getirin dedi. Hakikaten son gün geldi. Gelmez diye de tereddüt ettik. Çantanın içine parayı doldurmuş. Biz de son gün listeyi çıkarmıştık, sattıklarımızı kaydediyorduk. 55.000 doların karşılığını riyal olarak çantaya koymuş, bize çantayı verdi. Dedi ki kamyon orada. “Ancak hamal yok, siz dolduracaksınız.” Bir ben varım, bir de satış müdürüm… Sıcaklık dışarıda 40-45 derece, çadırın içinde belki 50 derece. O sıcakta ben aşağıdan veriyorum, müdürüm yukarıdan alıyor, bir buçuk, iki saat içinde yükledik ama kan ter içinde kaldık. Bu anıyı hiçbir zaman unutmam. Hangi kademede olursanız olun işi severek yapmak zorundasınız. İş neyi gerektiriyorsa da onu yapmak zorundasınız.
HIRS MANTIĞIN ÖNÜNE GEÇMEMELİ
● İplik üretimine nasıl başladınız?
Yıl 1990-1991 idi. Pakistan’dan pamuk ipliği alıyorduk, ancak tüketimimiz yılda 5-6 bin tondu. Yetmiyordu, şu kadar daha verin diyorduk, yok veremeyiz diyorlardı. Baktık iplik fabrikası kurmak mecburiyetindeyiz dedik ve 1992’de teşviği aldık. 1995 yılında da iplik fabrikasını faaliyete geçirdik. Kararlı davrandık. Tabii hırsın da mantığın önüne geçmemesi önemli. Yaptığınız yatırımın içinde cironun içinde kısa vadeli borcun payı yüzde 20, uzun vadeli borcun payı da yüzde 50 olabilir ama uzun vadeli borçların da sabit faizle gitmesi lazım. Yani değişken faizle döviz kredisi aldığınız zaman sıkıntı oluyor. Döviz kredisi ile borçlanan arkadaşlar 2018’den itibaren zorluk çekiyorlar. Çünkü içeride Türk parasıyla satıyorlar.
● Alışveriş merkezleriyle ilgili neler söylemek istersiniz?
1995 yılında Galleria’ya gittik Hüseyin Bayraktar’a. Dedim ki ben burada 500 metrekare dükkân tutacağım. Dedi ki ne satacaksın. Havlu satacağım dedim. Yahu olur mu dedi. Sen karışma ben kendi işimi biliyorum, satarım dedim ve Galleria’da 2012 yılına kadar kaldık. Zamanı gelince de ayrıldık.
İstanbul’u açtığımızda dediler ki burada iş yapamaz. Taşradan geldi bu adam burada nasıl iş yapacak dediler. Hâlbuki ister taşradan gelin ister Karadeniz’den gelin ya da İstanbul’un göbeğinden, bu iş kafa meselesi. Doğru iş yaparsan, ekiple bütünleşirsen ve bunun hikâyesini doğru yazarsan başarıya ulaşırsın. Bir alışveriş merkezinde en önemli unsurlar, temizlik ve güvenliktir. Ayrıca ürün karmasını doğru tespit edeceksin. Biz de bunlara dikkat ettik ve bunları sağlıklı şekilde devam ettirdik. 5 senedir de İstanbul’un en iyi alışveriş merkezi markası olarak ödül alıyoruz. Yaptığımız işi seviyoruz ve doğru yapıyoruz.
Hizmet sektöründe alacağımız daha çok yol var
● Yatırımlarınızda yaşadığınız sıkıntılı zamanlar oldu mu?
İzmir’deki oteli yaparken çok sıkıntı çektik. Orasının turizm alanı olabilmesi için Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın imzası var. Turizm alanı olduktan sonra biz burada ruhsat aldık. Ruhsatı aldıktan sonra doğal sit ilan ettiler, 2 sene inşaatı engellediler. Sonra doğal sit alanı subasman seviyesinin üstünde olduğu için inşaata tekrar müsaade ettiler. 70 milyon dolarlık bir yatırım orası. 1998’de 70 milyon doları yatıran sanayici azdı o yıllarda. Yılın oteli seçildi açıldıktan sonra. Otel bitti, ruhsatımızı vermediler. En son Turizm Bakanlığı resen onayladı, ruhsatı aldık ve açtık. Doğru girişimcilerin doğru işleri yapmasına ne bürokrasi, ne yasama ne de yargı engel olmalı. Tabii yasamanın çıkarttığı kanunlarla hareket etmek mecburiyetinde girişimci. Biz gücümüzü yasamanın çıkarttığı kanunlardan alıyoruz. Bürokrasi de bunları en doğru şekilde uygulayacak. Çünkü serbest piyasa ekonomisinin gereği bu. Kanunlar çerçevesinde doğru şekilde yapılan otellere, işyerlerine müsaade verilmesi lazım. Çünkü istihdam kaynağı. Tarımda, sanayide ve hizmette üretimi artıramadığımız takdirde geri kalırız. Bizim hizmet sektöründe de alacağımız daha çok yol var. Bu yolu da kapatmamalıyız.
Maaşı vereceğiz, kasada para yok
Yalova yolundaki yerimiz ilk alışveriş merkezimiz aslında. 1987 yılında büyük bir mağazaydı, tam tamına 8 bin metrekare. Vehbi Koç gelip kutlayarak böyle bir yer açtığınız için tebrik ederim dedi. 1984 yılında ön tarafa 400 metrekare mağaza yapmaya başlamıştık. Bir gün bizi ziyarete gelen İş Bankası müdürü, “Ben sana krediyi yeni dokuma tezgâhları ve boyahane için verdim. Sen buraya bina yapıyorsun.” dedi. Nitekim sıkıştık, tekrar 1 milyon mark kredi istedik. İşçi de kapıda bekliyor. Ay sonu gelmiş. Maaşı vereceğiz, kasada para yok. Sabah girdim banka müdürünün odasına, akşam 5’te çıktım. İş Bankası Genel Müdürlüğü Ankara’daydı o zaman, Para Kredi Kurulu’ndan o gün onay gelmedi. Ertesi güne kaldı onay. İşçiye maaşınız yarın ödenecek dedim, sonra gittiler. Üzülmüştük o zaman. Teri kurumadan çalışanın maaşını ödeyeceksiniz.