Sinem Çelebioğlu – Hiç hayal ettiniz mi? Çevrenizde hangi yöne baksanız yazılarıyla damga vuran, hangi eserini okusanız sohbet edebileceğiniz yazarların olduğunu. Hele de bir öykü yazdığınızda, örnek aldığınız, belki izinden gittiğiniz şahıslarla yazdıklarınızı konuşabildiğinizi… Ödüller aldığınızı… Yazdıkça çoğaldığınız, konuştukça anı biriktirdiğiniz, birlikte büyüdüğünüz, etkilendiğiniz ve etkilediğiniz yıllarda yaşadığınızı…
10 Mayıs 1922’de doğan ve 31 Mayıs 2005’te vefat eden Vüs’at O. Bener’in doğumunun 100. yılındayız. Vüs’at O. Bener, tam da böyle bir dönemde yaşadı, yazdı, paylaştı.
Eğitime ve okumaya önem veren bir ailede yetişti, anne ve babasının Türkçe üzerindeki titizliğine tanık olarak dili öğrendi. Sadece Türk edebiyatı değil, Fransız klasiklerini de genç yaşta okudu.
Ankara’ya geldiğinde arkadaşlarının yönlendirmesiyle “Dost” öyküsünü yazdı ve Yeni İstanbul gazetesi ile New York Herald Tribune gazetesinin birlikte düzenlediği yarışmada dereceye girdi. Jüride bulunan ve öyküyü çok beğenen Memduh Şevket Esendal, Salim Şengil’in aracılığıyla Vüs’at O. Bener ile tanıştı ve çevresindekilere “Bu gence iyi bakın, geleceğin büyük öykücülerinden birisi olacak” dedi. Yazarın kendi ifadesiyle onu teşvik eden, özendiren kişi Memduh Şevket Esendal’dı. Bu sürecin ardından öyküleri yayımlanmaya başladı.
Çevresinde kimler yoktu ki! Derslerini ve anılarını büyük bir iştahla dinlediğimiz çok değerli hocamız Cevat Çapan, birbirinden önemli edebi kalemler; Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Turgut Uyar, Leyla Erbil, Tomris Uyar, Can Yücel, İlhan Berk, Cevdet Kudret ve niceleri…
Vüs’at O. Bener, öyküyle başladığı edebiyat yolculuğuna iki roman, iki tiyatro oyunu, altı öykü ve bir şiir kitabı sığdırdı. Pek çok ödül aldı.
Ölüm-yaşam, savaş, aşk, doğa
Yazılarında anlatım ve dili her zaman önemsedi. Özcan Karabulut ile yaptığı söyleşide bu amacını şöyle dile getirdi: “Dil ile müzik arasında her zaman bir bağ kurmaya çalışmışımdır. Onun için kakofoniden hep kaçınmışımdır. Yani dilin kendi özel iç müziği vardır. Bu, şiire de yansıyor. Yazıya da yansıyabilmeli kaygısıyla hareket ediyorum.”
Murat Belge’nin belirttiği gibi anlatımındaki yalınlığı ile dikkat çekti, bireyin iç dünyasına ve bilinçaltına ışık tuttu. İnsana ait duyguları, zaafları, hayalleri, var olma çabasını işledi ilmek ilmek. Bireyin yanına toplumu, aileyi, sınıf farklılıkları ve sevgiyi de ekledi temalarında.
Cevat Çapan’ın “Bener’in ince alaycılığı da anlatımın şiirselliğine ayrı bir boyut kazandırmaktadır” diye yorumladığı “Buzul Çağının Virüsü”, ilk romanıydı. Oğuz Atay’a ithaf ettiği bu kitabında, 1940’lı yılları merkez aldı ve Osman Yaylagül’ün memuriyet hayatından emekliliğine uzanan, aşk ile kırılan yaşamına odaklandı.
Orhan Koçak’ın “Kendi yaşamını otobiyografi biçimine sahip bir kurmaca olarak mı sunuyordur Bener, yoksa otobiyografiyi andıran bir kurmaca mı yazıyordur? ‘Muannit’te belli değildir bu.” diye ifade ettiği ikinci romanı “Bay Muannit Sahtegi’nin Notları”nda yalnızlık ve yabancılaşma temleri çerçevesinde kurmaca ile günlük anlatıyı özgün biçimde harmanladı.
“Ihlamur Ağacı” adlı tiyatro oyununda aile yapısına odaklanırken, tek kişilik bir oyun olan “İpin Ucu”nda yaşamı, anlamını, gerçekliği sorgulayan bir karakterle baş başa bıraktı izleyicisini. Ölüm-yaşam, savaş, aşk, doğa temalarının hâkim olduğu şiirlerinin yer aldığı eserine, şiirlerini iyi birer manzume olarak gördüğü için “Manzumeler” adını verdi.
1952’den 2001’e uzanan altı öykü kitabı ise sırasıyla “Dost”, “Yaşamasız”, “Siyah-Beyaz”, “Mızıkalı Yürüyüş”, “Kara Tren” ve “Kapan” isimleriyle yayımlandı. Müzikalitenin de öne çıktığı öykülerinde bireyin iç dünyasını işledi.
Pek çoğu her okunduğunda kalbimizi sızlatsa da “Havva” adlı öyküsünü bırakın yeniden okumayı, hatırladığımız anda bile içimiz titrer. İki çocuğun merkeze alındığı ve evin kızının anlatıcılığında dinlediğimiz öykü şöyle başlar: “Benim saçlarım yumuşak. Havva’nın saçları keçe gibi. Annem ustura ile iki defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz ki! Yamyassı. Tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum onu. Pis, hırsız.”
Ve köyden alınıp şehirli bir ailenin yanına getirilen Havva’nın yaşamına tanık olduğumuz metin, aile ve toplum yapısı, çocukluk, iletişim kavramlarını koku duyusunun ağır bastığı satırlarla işler. Hem de nasıl işler.