Danıştay 10. Daire, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi kararının iptali istemiyle açılan davalar Perşembe günü esastan görüşecek. Birçok sivil toplum kuruluşu temsilcisi ile binden fazla avukatın katılması beklenen duruşmada çıkacak karar, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda kritik önem taşıyor.
İstanbul Sözleşmesi davası, Danıştay 10. Daire’de 28 Nisan’da saat 09.45’te başlayacak. Danıştay, kararın iptali istemiyle açılan davalar için özel duruşma açma kararı aldı. Duruşmaya katılmak için yaklaşık bini aşkın avukat yetki belgesi alırken, Türkiye Barolar Birliği (TBB) ile çok sayıda baro, kadın örgütleri, siyasi partiler ile meslek kuruluşları da duruşma için çağrıda bulundu.
“Eşit ve şiddetsiz bir yaşam isteyen herkesi hep birlikte hukuka ve İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya” çağıran EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu, davanın “Türkiye’nin geleceği ve hukukun üstünlüğü adına belirleyici olacağını” vurguladı.
Duruşmada tarafların dinlenmesinin ardından Danıştay 10. Dairesi’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararını iptal edip etmeyeceği belli olacak. Daire, kararını daha sonra da açıklayabilir. Ancak karar, kesin nitelik taşımıyor. Bu karara karşı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na (İDDK) karşı itiraz edilebiliyor.
‘İstanbul Sözleşmesi kırmızı çizgimizdir’
TBB Başkan Yardımcısı Sibel Suiçmez, İstanbul Sözleşmesi’nin kırmızı çizgileri olduğunu belirterek, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yargının da görev üslenmesi gerektiğini vurguladı.
DW Türkçe’ye konuşan TBB Başkan Yardımcısı Suiçmez, İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddeti insan hakkı ihlali olarak kabul eden çok önemli bir sözleşme olduğunu belirterek, “Baştan beri bizler kırmızı çizgimiz olduğunu söylüyoruz. Umarım bu hukuksuzluğu, hem anayasamıza hem uluslararası sözleşmelere aykırı olan bu çekilme kararını Danıştay’a izah ederiz. Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde tüm yükü avukatlara, sivil toplum örgütlerine bırakmak doğru değildir. Bu anlamda yargının da önemli bir görev üstlenmesi gerekiyor. Hukukun üstünlüğünü ortaya koyacak güzel bir karara Danıştay imza atmalıdır” dedi.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi serüveni
To view this video please enable JavaScript, and consider upgrading to a web browser that supports HTML5 video
Başsavcılık iptal istemişti
Davaya ilişkin görüşünü daireye gönderen Danıştay Başsavcılığı, iptal kararı verilmesini istemişti. Cumhurbaşkanlığı kararının hukuka aykırı olduğunu belirten başsavcılık, “Dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilen sözleşmenin onaylanmasına ilişkin 6251 sayılı Kanun’un TBMM tarafından yürürlükten kaldırılmamış olması veya dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı alınmadan önce sözleşmenin sona erdirilmesinin uygun bulunduğuna ilişkin yeni bir kanun çıkarılmamış olması nedeniyle, dava konusu Cumhurbaşkanı Kararında yetkide ve usulde paralellik ilkesi uyarınca hukuka uyarlılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır” demişti.
Ne olmuştu?
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda devletlere sorumluluklar yükleyen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanmıştı. Türkiye, bu sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olmuştu. Sözleşmeye ilişkin kanun, 24 Kasım 2011’de TBMM’de kabul edilmiş, Bakanlar Kurulu tarafından da 10 Şubat 2012 tarihinde onaylanmıştı.
Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 19 Mart 2021 tarihinde imzaladığı ve bir gün sonra Resmi Gazete’de yayımlanan kararla, Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı çekilmiş oldu. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinde Meclis’in devre dışı bırakılması tartışma yaratmıştı.
Erdoğan’ın bu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle 200’ün üzerinde dava açıldı.
Danıştay ilk olarak yürütmeyi durdurma talebini görüştü. 2 üyenin muhalefet şerhine karşın 3 üye, yürütmenin durdurulması talebini reddetmişti.
İtirazı değerlendiren Danıştay İDDK ise 5 üyenin muhalefet şerhine karşılık 8 üyenin oyuyla 10. Daire’nin kararının yürütmesinin durdurulması talebini reddetmişti.
Kararın gerekçesinde, Anayasa’ya göre yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanı’nda olduğu, milletlerarası antlaşmaları sona erdirilmesinin de yürütme yetkisine ilişkin olduğu savunulmuştu.