“Yapamadıklarımızdan da sorumluyuz”

Ümran Avcı – Dönemler, tarihler, çağlar değişir ama olaylar ve hayatlar benzerlikler taşır. Ve yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumlu olan bireyler, birbirlerinin hayatını etkiler… İlk romanı ile iki önemli ödülün sahibi olan Ezgi Tanergeç, “Devridaim”de bize bu hayat kuralını hikâye ediyor.  Ezgi Tanergeç imzalı Turgut Özakman İlk Roman Ödülü’nün kazananı “Devridaim”, bu yıl 53’üncüsü verilen Orhan Kemal Roman Armağanı’nın da sahibi oldu. Farklı zamanlarda aynı yerde yaşamış insanları konu alan yazar “Devridaim”de okuru 2019, 1968 ve 1868 yıllarına götürüyor. Tanergeç, Moliere’in meşhur oyunundan uyarladığı “Zor Nikâhı”nı yazmakla meşgul Ahmet Vefik Paşa’yı, 1968 kuşağının verdiği devrimci mücadeleyi ve 2019’da damacanayla su taşıyan bir genci başarılı bir kurguyla bir araya getiriyor. 

Roman farklı zamanlarda benzer olayların yaşandığının mesajını veriyor. Romanın adı da buradan geliyor sanırım.

Farklı zamanlarda aynı yerde yaşamış insanları konu alıyor “Devridaim”. Bu insanların yaşam tarzları, mücadeleleri, verdikleri sınavlar birbirinden o kadar farklı ki. Ama başka bir açıdan bakıldığında bu karakterlerin hayatları arasındaki paralellikleri görebiliyoruz ve benzer olayların farklı dönemlerde aynı şekilde yaşanabildiğini fark ediyoruz. Her devir aynı olan hayaller, motivasyonlar, suçluluk duyguları, vicdan azapları, aşk ve dostluğu barındıran sıcak duygular, ebeveyn ve çocuk olma hâlleri ve birbirinin hayatını farkında olmadan etkileyen insanlar. Bütün bunları sürekli yer değiştirip aslında hiç değişmediğini düşündüğümüz ‘su’ teması üzerinden birleştiriyoruz. Devridaim; sürekli dönüş, tam bir döngü anlamına geliyor. Bu anlamda hem suyun hem de hayatların devridaimine şahit oluyoruz.

Roman karakterlerinden biri de sadrazamlardan Ahmet Vefik Paşa. Çeviriler yapan, sanatla ilgili olan Ahmet Vefik Paşa’ya ilgi nasıl doğdu?

Ahmet Vefik Paşa 1868’de görevde olmasa da diğer devlet adamlarına göre çok daha ilgi çekici ve nev-i şahsına münhasır bir karakter. Devlet adamı olarak olağanüstü vasıfları var, ilginç bir mizaca sahip ve tiyatro oyunları yazan bir paşa olması gibi sıra dışı özellikler taşıyor. Özellikle “Zor Nikâhı” eseriyle daha çok edebiyat derslerinden aşina olduğumuz bir isim. O yüzden Ahmet Vefik Paşa’yı yazmak istedim. Yazmaktan en çok keyif aldığım kısımlar da paşanın olduğu bölümler oldu diyebilirim. Onu ev hâliyle ve “Zor Nikâhı”nı yazarken hayal edip canlandırmaya çalıştım. Diğer karakterlerden farklı olarak gerçek bir kişi olduğundan uzun araştırmalar yaptım. Bu araştırmalar bile çok keyifliydi. Kurgusal bir roman olduğu için ve onunla ilgili tüm detaylara ulaşılamadığından daha çok kafamdaki Ahmet Vefik Paşa yansıdı satırlara.

Romandaki şu cümle üzerine de konuşalım isterim; “Keşke sözcükler insanlara zekâları, vicdanları, eğitimleri, asalet ve zarafet seviyelerine göre paylaştırılsa. Dil herkese eşit verilmese, sözcükler dervişi cahil karşısında, mazlumu cahil karşısında aciz ve savunmasız bırakmasa…”

O sözle başlayan uzunca bir paragraf var, bu yalnızca girişi. O paragraf benim çok hissederek yazdığım bir bölümdü. Sözcüklerin bazı insanların elinde ne kadar yıkıcı, hırpalayıcı olabileceğine, âdeta keskin bir bıçak gibi bir silaha dönüşebileceğine dair bir şeyler yazmak istemiştim. 

Macit’in “Yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz” sözünü de konuşmak isterim.

Evet, Macit karakteri romanın düşündürmek istediği konulardan birini dillendiriyor orada. Yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız, harekete geçemediklerimiz, belki korktuklarımız, belki üşendiklerimiz ve tereddütte kalıp adım atamadıklarımızdan da sorumluyuz. Önemsiz gibi görünen en küçük eylem ya da eylemsizlik hâli kendimizi ve başkalarını etkiliyor. Bu zincirleme etkileşim nerelere kadar varıyor ona değiniyoruz romanda.

‘Romanımın altı çizilmiş oldu’

İlk kitapla iki önemli ödülün sahibi oldunuz. Nasıl bir motivasyon oldu sizin için?

Turgut Özakman İlk Roman Ödülü “Devridaim”in, Bilgi Yayınevi etiketiyle okurla buluşmasına vesile olmuştu ve ilk romanlar arasından sıyrılıp daha fazla dikkat çekmesini sağlamıştı. Bir de tabii ilk ödül olduğu için yazdıklarımın okur nezdinde olumlu bir karşılığı olabileceğinin ilk mesajını almış oldum. Bu beni çok gururlandırmış ve çok heyecanlandırmıştı. Orhan Kemal Roman Armağanı ise daha farklı hissettirdi. Her şeyden önce Orhan Kemal kişisel roman okuma tarihime damgasını vurmuş üç yazardan biri. Ayrıca, ortaokuldan beri yani çok uzun bir süredir kitaplarda Orhan Kemal Roman Armağanı ibaresini gördüğümde o romana karşı ayrı bir saygı duyardım. Mutlaka okunması gereken bir eser olduğunu düşünürdüm. Yılmaz Güney’le başlayan, Vedat Türkali, Sevgi Soysal, Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Fakir Baykurt, Necati Cumalı gibi Türk edebiyatının önemli isimlerine layık görülmüş bu armağan bu sene “Devridaim”e verildi. Edebiyatımızın 1970 sonrasının bir özeti gibi olan bir listede buldum kendi adımı. “Devridaim”in de altı çizilmiş oldu böylelikle. Küçüklüğümden beri dikkatimi çeken o ibare artık benim romanımda da var. Yeni bir yazar olarak bende büyük bir coşku yarattı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir