Eskiden fiziki dünyadan bu kadar soyutlanmış bir şekilde yaşamıyorduk. Şimdi elimizde her türlü iletişim aracı sayesinde global ölçekte dünya ile bütünleştik ama yan komşumuzla tanışmıyoruz.
Bu da bir çelişki… Elektronik ortamlarda dünyanın öbür ucundakilerle arkadaşız, aynı sitede oturduğumuz kişileri neredeyse görmüyoruz.
Ama eskiden öyle değildi. Bırakın aynı apartmanı, aynı mahallede oturan herkes birbirini tanırdı. Mahalledeki bir olay “ayaklı iletişim” organları aracılığıyla anında mahalleye yayılırdı.
Bir kimsenin evine icradan kâğıt geldi mi, bunu herkes öğrenirdi. Hele hele eve haciz gelmesi, eşyaların kamyona yüklenmesini fark etmemek mümkün müydü!
İnsanlar borcunu ödemeye sadık olduğundan, bir eve, işyerine haciz memurlarının gelmesi ve eşyaları haczetmesi, çok itibar sarsıcı kabul edilirdi ve halen de öyledir.
Tabii ki alacaklıların borcunu ödemeyenlere karşı alacak davası açmanın yanında yasal yollardan birisi olan icra takibi başlatmaları en doğal haklarıdır.
Borçluya karşı icra takibi başlatmakla alacak davası açmak arasındaki en büyük fark, icra takibinde ‘ben bu borçludan şu kadar alacaklıyım ve icra kanalıyla zorla ödemesini istiyorum’ demek… Alacak davasında ise, davacı mahkemeden, davalıdan alacaklı olduğunun tespitini ve alacaklı olduğuna karar verilmesini ister. Yani burada sadece bir alacak iddiası vardır.
Bu sebeple bir kimseye karşı icra takibi başlatmanın çok önemli hukuki sonuçları olur. Bunlardan birisini ‘Borçlu Bora Bey’ acı bir tecrübe olarak yaşadı.
Kötü niyet tazminatı
Borçlu Bora Bey bir gün eşinin telefonu ile irkildi… Borçlu olmadığından emin olduğu bir eski tanıdığı, 100 bin TL tutarında icra takibi başlatmıştı. Evet, öyle bir borcu olmuştu, ama ödeyeli de yıllar olmuştu, ödemelere ilişkin banka dekontlarını ve ekstreleri de dosyalayıp saklamıştı. Hemen dosyaları açtı, kesin emindi, hiçbir borcu kalmamıştı. İcra takibinin haksız yere olduğunu düşünerek, itiraz etti.
Borçlu Bora Bey’in itirazı üzerine icra takibi durdu, ama alacaklı durmadı. Bu sefer de itirazın iptali davası açtı.
Mahkeme delilleri inceledi, gerçekten de Bora Bey’in borcunun tamamını 2 yıl önce ödediği tespit edildiğinden, dava reddedildi. Bora Bey de rahat bir nefes aldı.
Bora Bey davada ayrıca, davacının haksız ve kötü niyetli olarak icra takibi başlattığını, bu sebeple dava takibe konulan meblağın yüzde 20’si tutarında “kötü niyet tazminatı” ödenmesi de talep etmişti.
Ama mahkeme, borçlu olmayan birisine karşı yapılan icra takibinin gerçekten haksız olduğunu, bununla birlikte kötüniyetli olmadığını, çünkü Bora Bey’e karşı takip başlatan alacaklının eşinin, alacaklıdan habersizce banka hesaplarına girdiğini ve Bora Bey’den gelen paraları hemen çektiğini, alacaklının bunları fark etmediği için halen borcun ödenmediğini düşündüğüne karar verdi.
Yargıtay ne diyor?
Bu da şu demekti: Aslında borcu olmayan bir kimseye karşı borçluymuş gibi bir icra takibi başlatılırsa, bu icra takibi haksız bir icra takibidir. Haksız bir icra takibi aynı zamanda kötü niyetli olarak başlatılmışsa, talep üzerine icra takibi başlatan yüzde 20’ye kadar kötü niyet tazminatı ödemeye mahkum edilir.
Bazen karşı tarafın itibarını sarsmak, onu toplumda borçlarına sadık olmayan, batık birisi gibi göstermek için kötü niyetli icra takipleri yapılabiliyor. Bu icra takiplerinin hepsi hem haksız, hem de kötü niyetli olduğundan, takip yapılan kişi takip meblağının yüzde 20’si kadar kötü niyet tazminatı isteyebilir.
Bora Bey kötü niyet tazminatı alamasa da manevi tazminat aldı. Çünkü Yargıtay kararlarında da genel kabul gördüğü üzere, ister kötü niyetli olsun isterse kötü niyet taşımasın, her haksız icra takibinde, mağdur olan ve manevi zarar gören kişi bir manevi tazminat talep edebiliyor.
Bora Bey de haksız icra takibi nedeniyle strese girdiğini, tansiyonunun yükseldiğini, her an evine hacze gelinecek endişesi ile uykularının bölündüğünü, “insan içine çıkamaz” hale gelmiş gibi hissettiğini iddia ederek, manevi tazminat talep etmişti.