Bazen bir roman, ders kitaplarından, araştırmalardan, belgesellerden çok daha fazla yaklaştırır insanı gerçeğe. Duyduğumuz, gördüğümüz, sezdiğimiz ama bir türlü adını koyamadığımız, tam olarak kavrayamadığımız gerçeği, bir romancı işaret eder bize ve o zaman anlamaya başlarız.
İngilizler, “Hissediyorum ama parmağımı üzerine koyamıyorum” der. İşte bazen kurgu, sezdiğiniz, varlığından haberdar olduğunuz ama tarif edemediğiniz gerçeğin üzerine parmağınızı koymanızı sağlıyor.
Murathan Mungan’ın “995 km” adlı son romanının bitirince hissedilen biraz buna benziyor. 90’larda Güneydoğu’yu, faili meçhul cinayetleri, gizli servislerin, örgütlerin, tarikatların iç içe geçen dünyasını anlatan çok kitap yazıldı, çok gerçek anlatıldı. Kurgu ya da kurgu dışı bu kitaplar bölgenin gayriresmi tarihini oluşturan önemli belgeler oldular.
Murathan Mungan bu bilgileri ve kimi gerçek olayı da kullanarak bir polisiye roman akıcılığıyla her kesime karşı mesafesini koruyabilen çok boyutlu bir hikâye anlatmayı başarıyor. Bunu yaparken bahsettiğim “külliyat”tan faydalanıyor. Taraf olmaktan çok hikâyenin akışı gereği olan biteni 360 derece anlatmaya girişiyor. Ahlaki yargıyı inşa etmeyi okura bırakırken karakterleri, yaptıklarını yapmaya mecbur bırakan şartları anlatarak derinleştiriyor. Kimseyle empati kurmadan 90’ların Güneydoğusunda korkunç oyunlar, tuzaklar ve bir belirsizlik içinde, ülkenin büyük kısmının hiç haberdar olmadığı bir gündemin içinde geziyorsunuz.
90’larda geçen hikâyeye bugünden baktığımızda hiç de geçmişte kalan, olmuş bitmiş bir şeye bakar gibi bakmıyoruz. Bugüne gelen yolun adım adım nasıl inşa edildiğini gördüğümüz gibi anlatılanların güncelliği karşısında da şaşkınız. Bugün kahramanı olduğumuz, içinde yaşadığımız hikâyenin öncesini okuyoruz adeta.
Şu ara gündeme de dokunan sürükleyici, polisiye dokusu güçlü bir roman okumak isteyenlere önerilir.
Yapay zekâ ve konserler
2024’ün trendleri yazısını yazarken yapay zekâ destekli konserlerden söz etmiştim. Yapay zekâ yardımıyla ölen bir sanatçının görüntülerini kullanarak hologram gibi tekniklerle onu sahneye çıkarmak mümkün. Örnekleri yapıldı. Bu şekilde “immersive” denen seyirciyi içine alan konser deneyimlerinin artacağı öngörülüyor-du. Nitekim işte yaygınlaşmanın ilk adımlar geliyor. Haberler doğuysa Elvis konseri Londra’da yakında başlayacakmış. Ardından kim bilir neler gelir. Peki şu soruyu sormak yanlış mı? Konser verdirmek için sanatçıları çok affedersiniz mezardan çıkaran teknoloji, tarihteki ünlü kişiliklere, mesela siyasetçilere, geçmişin meşhur diktatörlerine, despotlarına aynısını yapar mı? Yapmaz diyemiyoruz. Şeytanın aklına gelmeyen, bazen insanın aklına geliyor. Siyasetin teknolojinin imkanları her şekilde kullandığı bir dünyada yaşadığımızı pek çok olayda gördük. Yapay zekâ destekli “immersive” siyasi miting ihtimalini hafife almayın.