Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, İstanbul’da basını ile bir araya geldi. 2023 yılının değerlendirildiği toplantıda, 2024 yılı için belirlenen hedefler de aktarıldı.
Yılmaz, sunumuna başlarken, küresel ekonomilerdeki gelişmelerden Türkiye ekonomisinin de etkilendiğini ancak buna rağmen birçok açıdan Türk ekonomisindeki verilerinin ortalamaların üzerinde kalarak pozitif seyrettiğini bildirdi.
Yılmaz, toplantıda gazetecilerin yönelttiği emekli maaşlarına yapılacak süreci ve en düşük emekli aylığına dair nasıl bir uygulama getirileceğine dair sorulara “En düşük emekli alanlara dönük olarak da ne yapabiliriz diye çalışıyoruz.” şeklinde yanıtladı.
Yılmaz cevaplarında, SSK ve Bağkur maaşlarının da dengeleneceğini aktararak, “Bugüne kadar nasıl çalışanların, emeklilerin yanında olduysak bundan sonra da olmaya devam edeceğiz.” mesajı verdi.
Cevdet Yılmaz, toplantıda, emekli maaş artışından kira artış oranı sınırlamasına, yastık altı altınlardan nüfus yoğunluğuna kadar kritik birçok konuda kamuoyunun merak ettiği sorulara yönelik yanıtlar verdi.
“Emeklileri enflasyona ezdirmemek, bu ana prensibimiz”
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, emekli aylıklarına zam konusunun hangi aşamada olduğunun sorulması üzerine şu yanıtı verdi:
Bir defa Cumhurbaşkanımızın bir genel prensibi var o prensip çerçevesinde bu 20 yıl hep hareket edildi. O da şu: Hiçbir zaman çalışanları, emeklileri enflasyona ezdirmemek, bu ana prensibimiz. 20 yılımıza baktığınızda da bunu fiilen uyguladığımızı görürsünüz. İmkanlar oluştukça da bunun üzerinde olabildiğince çalışanlara, emeklilere destek olmak ana prensibimiz hiçbir zaman değişmedi. Enflasyona çalışanlarımızı, emeklilerimizi de ezdirmemek ve çalışanlardan, emeklilerden yana bir bakış açısıyla her zaman bu meselelere yaklaşımımız bu bizim ana felsefemiz, politikamız.
“Planlamaları gerçekçi persfektiflerle yapmalıyız”
Bunu yaparken tabii ki gerçekçi bir şekilde imkanlarımıza da bakmak durumundayız. Bunu derken sadece kamunun imkanlarından bahsetmiyorum, kamu artı özel. Bütçe imkanları ve ekonominin genel imkanlarıyla toplumsal talepler arasında bir denge oluşturmak durumundasınız. Malum az önce de anlattım çok böyle rahat bir dünya ekonomisi konjonktüründe değiliz. Bölgemizde son derece olumsuz jeopolitik gelişmelerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Tarihimizin en büyük deprem afetini yaşamış durumdayız ve onun yaralarını sardığımız bir dönemdeyiz. Bütün bunları düşündüğünüzde karşı karşıya kaldığımız meselenin ne olduğu daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. Ama tüm bu şartlara rağmen yani bu sorunlara rağmen bu genel prensiplerimizden uzaklaşmış değiliz ve elimizden gelen tüm gayreti bu yönde sarf ediyoruz.
“Memur ve memur emeklilerinin maaş artışı ile SSK ve Bağkurlu emekli aylıklarının farklılaşmasının sebebi seyyanen zam”
Memurların artışı ve memur emeklilerinin artışı zaten belli biliyorsunuz. Ocakta enflasyonun belli olmasıyla birlikte enflasyon farkı ve toplu sözleşmeden gelen rakamla birlikte işte yüzde 50’lere yakın bir rakam gerçekleşmiş oldu. Bu niye bu dönem biraz daha farklılaştı? Bu dönem SSK, Bağkur’la emekli aylıklarının biraz daha fazla farklılaşmasının sebebi şu: Geçen yıl en düşük memur maaşını belli bir seviyeye çekerken, seyyanen bir artış yapıldı biliyorsunuz. Seyyanen artışlar da enflasyona yansımıyor dolayısıyla, enflasyon farkı biraz daha bu seneye özgü bir şekilde yüksek olmuş oldu memurlar için böyle bir durum söz konusu, yani oradaki artışın seyyanen yapılmasından kaynaklı bir durum olduğunu söyleyebilirim.
“Temmuz ayında SSK ve Bağkur emeklileri memur emeklilerine göre daha yüksek maaş alacaklar”
Yılmaz, emekliye zam konusunda pek çok parametre olduğunu belirten ve yıl ortasındaki zamlara dikkat çekerek, sosyal dengenin sağlanmak için düşünülen formüllerin sorulması üzerine şu şekilde yanıt verdi:
Yıl ortasında daha farklı bir tablo var. Yıl ortasında SSK, emekliler, çalışanlar bir yılbaşında artış alıyorlar, bir de yıl ortasında artış alıyorlar. Yıl ortasında artış hesaplanırken yine toplu sözleşme ve enflasyon farkları dikkate alınarak hesaplamalar yapılıyor. Oralarda temmuz ayında SSK ve Bağkur daha yüksek görünüyor. Bu sistemden kaynaklanan şeyler. Bunlar bizim karar verip yaptığımız düzenlemeler anlamında söylemiyorum. Bugünkü uygulanan sistemin sonuçları, toplu sözleşme ve enflasyon farkları. Dolayısıyla, Temmuz ayında SSK ve Bağkur emeklileri daha yüksek alacaklar memur emeklilerine göre.
“Önemli olan dengeyi sağlamak”
İkisine birden baktığınızda önemli olan işte bu toplu dengeyi sağlamak. Yani yılbaşı ve Temmuz artışlarını birlikte değerlendirip ikisini yıl bazında aşağı yukarı aynı seviyeye getirmek. Ana yaklaşım nedir diyecek olursanız temel yaklaşımımız aslında bu şekilde. Gerek emeklilerimizi gerek SSK, Bağkur emeklilerini yılbaşı ve yıl ortası bütün bu yapılanları dikkate alarak, etkilerine bakarak bir dengeye taşımak.
Ana yaklaşım nedir diyecek olursanız, temel yaklaşımımız aslında bu şekilde. Gerek memur emeklilerimizi, gerek SSK-Bağkur emeklilerimizi yılbaşı ve yıl ortası bütün bu yapılanları dikkate alarak, etkilerine bakarak bir dengeye taşımak, yaklaşımımız bu şekilde diyebilirim.
“En düşük emekli aylığında kök ücret düşük kaldığı için bir sonraki oransal artışlarda sorun yaşanabiliyor”
Yılmaz, kendisine yöneltilen en düşük emekli aylığı olan 7 bin 500 liranın altında kalanlara yapılacak iyileştirmenin, bu rakamın biraz üzerine kalanları da düşünerek nasıl bir sistem getirileceği sorusu üzerine şu yapıtı verdi:
Diğer taraftan 7 bin 500 lira aylık alanlar var, biliyorsunuz geçmişte yoktu böyle bir sistem. 2019 yılında yanlış hatırlamıyorsam başladı, asgari emekli diye bir kavram yoktu, 2018 ve 19’larda ilk defa hukukumuza girdi Meclis’te bir kanuni düzenlemeyle. O tarihten bu yana da çeşitli zamanlarda artışlar yapılarak bugün işte 7 bin 500 gibi bir kanuni ücret söz konusu. Burada da şöyle bir ayrım oluyor, normalde primle maaş dengesi, sosyal güvenliğin özü bu. Ne kadar çok prim, ne kadar uzun süre prim öderseniz maaşınızın o kadar yüksek olması gerekiyor, sistemin mantığı bu. Ama bazı emekli aylıklarının şu veya bu sebeple, düşük prim ödeme olabilir, az süre çalışma olabilir, burada bu işi daha iyi bilen uzman arkadaşlarımız da var. Ücreti düşük olanlar var, bunları 7 bin 500’e kanunla getirdiğinizde kök ücret düşük kaldığı için bir sonraki oransal artışlarda sorun yaşanabiliyor, böyle bir durumla karşı karşıyayız doğrusu.
“Bu sorunun çözümü için kanun gerekiyor”
Ama bir taraftan da normal primiyle bu civarda yine maaş alanlar var, şimdi ikisini birbirinden ayırmak lazım. Yani kök ücreti de 7 bin 500 civarında olan bir topluluk da var, dolayısıyla o sayıların hepsini kök ücreti 7 bin 500’den düşük diye görmemek lazım, 7 bin 400 vardır, 300 vardır, en düşük 5 bin-5 bin 500’ler civarında diye biliyorum, ama burada bir skala var. Ona yakın olan kök ücreti olan var, daha uzak olan var, buralarda da bir anlamda bir sosyal denge anlamında kanuni düzenlemeyle oluyor bunlar biliyorsunuz, idari kararla gerçekleşen şeyler değil, bir kanun gerekiyor.
“Sosyal adaleti sağlama politikası söz konusu”
Emekliler ve SSK, BAĞKUR arasındaki dengelenme konusunda da yine bir kanuni düzenleme ihtiyacı var, asgari ücrete destek konusunda da bir kanuni kamu desteği biliyorsunuz son dönemde Sayın Cumhurbaşkanımız ilan etti o desteğimizi, asgari ücret belirlenirken kayıt dışılık artmasın, işletmelerimizin rekabet gücü korunsun, istihdam korunsun diye kamu da bir fedakârlık yaptı orada. 700 lira katkı olacak bu asgari ücretlilerimizle ilgili. Daha önce de vergi dışı bırakmıştık zaten, oradan da çok büyük bir gerçekten vergi harcaması söz konusu, sıfır vergi alıyoruz bütün asgari ücrete kadar olan tüm gelirlerden. Dolayısıyla burada bir sosyal adaleti sağlama, daha düşük gelirli olanları destekleme politikası söz konusu.
“Kabine’de ele alınacak ve Meclis’in takdirine sunulacak”
Bu yaklaşımımız devam ediyor elbette, en düşük emekli alanlara dönük olarak da ne yapabiliriz diye çalışıyoruz. Bunlar Hükümetimiz Kabine’de tartışılacaktır önümüzdeki günlerde, Kabine’de bir ele alınacaktır diye düşünüyorum, ardından da Meclis’imizin takdirine sunulacaktır. Henüz bir tarih bilmiyorum doğrusu ama uygun bir zamanlamayla yapılacaktır elbette. Kabinede bu konular ele alınabilir, dolayısıyla bir şekilde bu karar verilir Hükümet tarafından ve daha sonra asıl Meclis’te tabii bu düzenlemeler söz konusu olacak.
“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın paketine ekleneblir”
Orada da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bir paketi var. Yani bu konular dışında da kurumsal ihtiyaçlarından kaynaklanan, yine iş gücü piyasalarına ilişkin bazı tedbirler içeren paket de söz konusu. Bu paketle birleştirilerek Meclis’imizin gündemine gelir diye düşünüyorum, gerisi tabii Meclis’imizin takdiri, o konuda bizim yorum yapmamız doğru olmaz. Dolayısıyla bugüne kadar nasıl çalışanların, emeklilerin yanında olduysak bundan sonra da olmaya devam edeceğiz.
“Hesaplamaları gerçekleşmesini beklediğimiz enflasyonla ele almak doğru”
Yılmaz, enflasyonla mücadele konusunda da yapanan gelişmeleri bir örnekle ifade etmek istediğini belirterek şöyle konuştu:
Hem bu maaş artışları açısından, hem de az önce bahsettiğiniz faiz meseleleriyle ilgili bir gerçekleşen geride kalmış enflasyon var, bir de önümüzde gerçekleşecek olan enflasyon var. Şimdi faiz oranı yeterli midir yetersiz midir, TL’ye mevduatları teşvik eder mi etmez mi derken geçmiş enflasyona mı bakacağız, gelecekteki beklediğimiz enflasyon oranlarına mı bakacağız? Herhalde teknik olarak da doğru olan, gerçekleşmesini beklediğimiz enflasyonla cari faiz oranını mukayese etmemiz lazım, o zaman gerçekten tasarruflara teşvik edici mi değil mi ona göre değerlendirmemiz lazım. Yoksa baz etkisinden dolayı mayıs ayının yüzde şu kadar yüksek enflasyonunu alıp, onu cari faizle mukayese edip ya biz çok negatif faiz veriyoruz demek doğru değil…
“Merkez Bankamız araçlarını uygun gördüğü şekilde kullanıyor”
Yılmaz’ın, faiz ve dengesi ile ilgili sorulan soruya yanıtı şu yönde oldu:
Esas olan, bugünden geleceğe baktığımızda beklediğimiz enflasyon ne, faiz oranı ne, bunlar arasındaki denge ne, buna bakmak durumundayız. Biz de böyle bakıyoruz doğrusu ve bunu TL tasarrufları yeterli düzeyde tutacak, toplam tasarrufları yeterli düzeyde tutacak bir seviyede, Merkez Bankamızın işi tabii bu. Sonuçta araç bağımsızlığı dediğimiz bir hadise var, amacımız ortak enflasyonu düşürmek, makro istikrarı sağlamak, büyümeyi hızlandırmak, ama burada tabii Merkez Bankamız araçlarını uygun gördüğü şekilde kullanıyor, kullanmaya devam edecek. Burada ama ana meselemiz şu: Yine enflasyonda OVP’de 33 demiştik biz doğrusu, Orta Vadeli Program enflasyon tahminimiz, onu yaparken de yine Merkez Bankamızla çalışmıştık. Strateji bütçe, Hazine Maliye, hep birlikte çalışmıştık, ama daha sonra yaşanan birtakım jeopolitik gelişmeler, başka birtakım faktörlerden dolayı Merkez Bankamız daha sonra, OVP’den sonra bunu revize etti 36 olarak ve burada da bir bant yine ilan etti, 30 ile 42 arasıydı. Bu 30 ile 42 arası bir bantta gerçekleşmesini beklediğini ifade etmiş oldu.
“Enflasyonla koordineli bir şekilde mücadelemiz devam edecek”
Dolayısıyla şu an itibariyle ben farklı bir öngörüde bulunmanın doğru olduğunu düşünmüyorum, ama Merkez Bankamız tabii ki kendine göre değerlendirmeler yapar, yeniden bakar. Beklentilerin teknik çalışmalardan biraz daha yüksek olması normal, çünkü beklentiler biraz geçmişe göre şekillenir. Bu biraz zaman alacak elbette, ama o beklentileri kırma yönünde bir süreç içinde olduğumuzu da ifade edebilirim. Enflasyonla çok yönlü bir şekilde, koordineli bir şekilde mücadelemiz devam edecek. Bir taraftan para politikaları, bir taraftan maliye politikaları, diğer taraftan yapısal reformlar bütün bunlarla birlikte enflasyon bizim için çok çok öncelikli bir mesele mücadelemizi devam ettireceğiz.
“Yastık altı altınlarının tasarruf sahiplerine bir getirisi yok”
Toplantıda kendisine yöneltilen tasarrufların artırılması, yastık altı altınların ekonomiye kazandırılması sorusuna yanıt veren Yılmaz, şu değerlendirmede bulundu:
Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda da birkaç defa konuştuk bu konuları. Şöyle bir hesap yapıyoruz: Yani geçmiş diyelim 40 yıla, 50 yıla baktığınızda ithal ettiğimiz belli, ürettiğimiz belli, ihraç ettiğimiz belli rakamlar. Bunları biraz netleştirdiğinizde ciddi anlamda bir stok birikimi olduğunu görüyoruz Türkiye’de. Değişik hesaplamalar var, ama kabaca bunu yüzde 100 hesaplamak çok zor bu rakamları. Kabaca 300 milyar dolar civarında belli bir ton rakamı da veriliyor, bir hesaplamalar yapılıyor. Bunların bir kültürel boyutu var tabii, ziynet, süs anlamında kullanılması, edilmesi ona tabii bir diyeceğimiz bir şey yok. Altında da, dövizde de aynı şey söz konusu. Aslında bu sadece makroekonomi için bir kayıp değil, o tasarruf sahipleri için de bir kayıp. Tasarruf sahipleri altınlarını, evde tuttukları zaman hiçbir getirisi olmuyor ne dövizin, ne altının, tasarruf sahibine bir defa bir getirisi olmuyor. Makroekonomi anlamında da bu tasarrufların üretken alanlara destek olmasına engel olmuş oluyoruz. Ben bazen söylüyorum, Amerika dolarını evinizde tutuğunuzda Amerika’ya sıfır faizle kredi açmış oluyorsunuz, yani hiçbir bedel almadan Amerika’ya sonuçta sıfır faizle bir kredi vermiş oluyorsunuz. Bu diğer dövizler için de geçerli, altın için de geçerli.
“Bu tasarruflar üretken alanlara kanalize edilebilmeli”
Burada sorunumuz şu: İnsanlar altın alır, döviz alır, başka bir şey alır onunla ilgili bir yorum yapmıyorum. Sisteme dahil olmalı bunlar, bir şekilde bu tasarruflar üretken alanlara kanalize edilebilmeli ve bu yolla hem makroekonomimize katkıda bulunmalı bu kaynaklar hem de bunları elinde tutan tasarruf sahiplerine daha fazla getiri sağlamalı, ikisini aynı anda gözeten bir yaklaşım olmalı.
“Ana felsefemiz bu tasarruf oranımızı artırmak, artan tasarrufu da üretken alanlara kanalize etmek”
Geçtiğimiz yıllarda daha önceki ekonomi yönetimindeki arkadaşlarımız da bu alanlarda önemli inisiyatifler almışlar, adımlar atmışlar. Bir kısmı çalışıyor, bir kısmı biraz daha iyileştirilmeli bunları çalışıyoruz, tekrar bakıyoruz. Özellikle altını altın olarak geri almaya vatandaşımızın önem verdiği söyleniyor. Bu biraz da aslında işin kültürel boyutu. Bunları işte vatandaşımızın istediği şekilde nasıl daha fazla dönüştürürüz? Bu talebi nasıl sisteme katmalarını destekleriz diye kafa yoruyoruz. Mevcut sistemleri nasıl daha fazla iyileştiririz, daha etkili hale getiririz diye kurumlarımız çalışıyorlar. Bu sürekli bir çalışma ama bir rakamdan bahsediyoruz hiç de küçümsenecek bir rakam değil. İşte Türkiye’nin bakın cari açığı var, dış finansman ihtiyacı var niye başkalarından gidip borçlansın Türkiye? Kendi tasarruflarını ana felsefemiz bu tasarruf oranımızı arttırmak, artan tasarrufu da üretken alanlara kanalize etmek. Bu iki şeyi yapabildiğiniz zaman hem cari açığı düşürmüş olursunuz hem de büyümenizi yükseltmiş olursunuz.
“Çalışma hayatıyla ilgili belki ihtiyaçları birleştirerek yeni bir paket”
Yılmaz, çalışma hayatı ile ilgili düzenlemelerle ilgili soruya şu yanıtı verdi:
Çalışma hayatını ilgilendiren düzenlemelerle ilgili söyledim zaten, bir çalışma söz konusu, çok büyük bir paket değil, belli maddeler var. Bunlarla işte son dönemdeki belki ihtiyaçları birleştirerek yeni bir paket oluşturulabilir diye düşünüyorum.
“Türkiye’de şu anda toplam doğurganlık 2,1’in altında 1,6-1,7’lere geldi”
Nüfus artış hızının düşmesi ile ilgili de soruya yanıt veren Yılmaz, “Sayın Cumhurbaşkanımız hakikaten boşuna o kadar üzerinde durmadı bu konunun üç çocuk konusunun.” diyerek şu yanıtı verdi:
Türkiye’de şu anda toplam doğurganlık 2,1’in altında 1,6-1,7’lere geldi. Bunun anlamı şu: Bir süre sonra nüfusumuz düşmeye başlayacak 2,1 yenileme oranı aşağı yukarı. Dolayısıyla, bu bir aracın frene basıp bir süre sonra durması gibi hemen etkisini görmüyorsunuz, ama bir süre sonra göreceğiz.
“Çalışan kadınlarda ortalama çocuk sayısı 1”
Çalışan kadınlarda ortalama çocuk sayısı şu anda 1. Anketlerde soruyorsunuz kaç çocuk sahibi olmak istersin diye en az 2 diyorlar, ama fiilen kaç çocuk var diye bakıyorsunuz 1. Sebebi şu: Şartlar zorluyor, yani istedikleri halde daha fazla çocuk sahibi olamıyorlar.
“Çalışan kadınlara çeşitli destekler veriyoruz”
Burada da yapmamız gereken, ki bazı planlarda programlarda ortaya koyuyoruz bunu. Bakım hizmetlerini artırmak, kreşleri arttırmak, bir taraftan da bu esnek çalışma modellerini yaygınlaştırmak, doğumla bağlantılı birtakım adımlar doğrusu doğum hediyesi gibi işte doğum sonrası öncesi birtakım izinler süreler gibi çalışmalar yaptık. Bundan sonraki dönemde de yine bu perspektifle bakmak durumundayız. Hakikaten demografik dinamiklerimiz çok iyi gitmiyor, yani onu görmemiz lazım. İşte burada çalışma hayatından başka alanlara varıncaya kadar çok yönlü bir şekilde bu hadiseye yaklaşıyoruz.
“Güven ve istikrar ortamı çok önemli”
Enflasyon düşerken büyümenin artması arasındaki ters orantının kendisine hatırlatılması üzerine Yılmaz, şu değerlendirmeyi yaptı:
İkincisi, güven ve istikrar ortamı çok önemli. Biz bunu AK Partinin ilk yıllarında yine yaşamıştık. Bakarsanız 2003 sonrası döneme hem enflasyon düştü hem büyüme arttı yani bu olmayacak bir şey değil pratikte de, tarihte de olmuş şeyler bunlar. Teorik olarak belki matematiksel birtakım şeyler olabilir burada trade off dedikleri ya o-ya bu gibi bazen tercihler tartışılabilir, ama genel doğru bu olabilir, ama konjonktür, durum, siyasi ortam bütün bunlar fiili gelişmeleri farklılaştırabilir bunu biz yaşadık yani teorik bir şeyden bahsetmiyorum. 2003’ten sonraki dönem 2002’den sonra bakın o 5 yıla hem enflasyon düştü hem büyüme arttı aynı dönem de oldu bu demek ki oluyor.
“Enflasyon düşerse konut kira artışı sınırlamasına gerek kalmaz”
Konut kiralarındaki artış oranındaki yüzde 25 artış oranını temmuz ayından sonra uygulanmaya devam edip etmeyeceği sorusuna ise Yılmaz’ın yanıtı şöyle oldu:
Bu evlerde yüzde 25 kira limiti; bunu tartışıyoruz zaman zaman. Burada aslolan, enflasyon düşürmek tabi, enflasyonu düşürürseniz bu tür konulara da çok fazla ihtiyacınız kalmaz. Esas köklü çözüm enflasyonu tabii ki düşürmek; biz de bu perspektifle hareket ediyoruz. 2024’te bir dezenflasyon yılı, özellikle yıl ortasında belirgin az önce söylediğim gibi bir düşüş bekliyoruz.
“Artışları düşünerek bütçeyi hazırladık”
Emekli maaş artışlarına bulunacak kaynak sorusuna da yanıt veren Yılmaz, bu konuda bükçede yer olduğunu belirten şu açıklamayı yaptı:
O konuları da önceden düşündük tabi ki, bütçemizi hazırlarken yapabileceğimiz ne var diye, neler olabilir diye tartışarak OVP’yi hazırlarken, bütçeyi hazırlar olabilecek hususları, riskleri diyelim bütçe tabiriyle, harcama potansiyellerini değerlendirdik ve bugünkü bütçemizin içinde aslında belli oranda hemen hemen tamamına yakınını düşünerek bütçemizi hazırladık diyebilirim. Yani burada ani bir kararla gitmiyoruz, planlı, programlı bir çerçevemiz var, Orta Vadeli Programımızı hazırlarken düşündüğümüz birtakım hususlar var, bunlar çerçevesinde de bütçemizi şekillendirdik. Bütçenin içinde bu az önce bahsettiğim, henüz tabi tam somutlaşmadığı için miktarsal bir şeye giremem ama, mertebe olarak aşağı yukarı bütçemizin içinde bu rakamları düşündüğümüzü söyleyebilirim.
“Sosyal güvenlikle ilgili şu anda bir çalışmamız yok”
Kendisine sosyal güvenlik reformu ile ilgili yöneltilen sorulara yanıt veren Yılmaz, sosyal güvenlikle ilgili şu anda bir çalışmanın olmadığın dile getirerek şu değerlendirmede bulundu:
Sosyal güvenlikle ilgili şunu söyleyebilirim: Sosyal güvenlikle ilgili şu anda bir çalışmamız yok, bu gelecekte olmayacak anlamına gelmiyor, ama sosyal güvenlikle ilgili yapılacak çalışmaların daha bütüncül bir çerçevede, daha kapsamlı, bütün dengelerin gözetildiği, işte dediğiniz gibi farklı sosyal güvenlik sistemleri var, farklı talepler var, farklı beklentiler var. Bizim buradaki prensibimiz, bütüncül bir yaklaşım. Böyle noktasal taleplerden ziyade sistemin bütününü değerlendiren bir reform gerekiyorsa, yeniden yaklaşım gerekiyorsa bütün bu unsurların hep birlikte ele alındığı bir yaklaşım içinde bu konulara bakmak, diğer türlüsünü şu anda zaten böyle bir çalışma söz konusu değil.
“Sosyal güvenlikle ilgili daha bütüncül çalışmalar yapılmalı”
Ama sosyal güvenlikle ilgili çalışma olmayacak anlamına da gelmiyor bu, daha bütüncül, daha hazırlık yaparak… Az önce yine sorulmuştu mesela tamamlayıcı emeklilik, sosyal güvenlik sistemlerini, sigorta sistemlerini hep birlikte bir bütünlük içinde değerlendirmek durumundayız. Burada da bir takvim ortaya koyduk aslında, şu anda ben ezberden söylemeyeyim, Orta Vadeli Programdaki takvimi arkadaşlarımız paylaşabilirler. İşin özü de şu: Bir taraftan sosyal güvenlikte tabii ki Türkiye en başarılı ülkelerden biri, onu da söyleyeyim. Bizim sosyal güvenlik şemsiyemiz aşağı-yukarı tüm toplumu kapsayan bir şemsiye, son 20 yılda da bunu çok genişlettik, büyüttük ve çok güçlü bir tüm toplumu kapsar bir hale geldi neredeyse.
“Tamamlayıcı sigortaların kıdem tazminatı ile bir ilgisi yok”
Bunun yanı sıra tabii sigorta meseleleri var, bunlar aynı zamanda tasarruf sistemimiz açısından da son derece önemli, toplam tasarruflarımızı arttırmak anlamında da hem bireylerin hayatı, tasarruf oranlarının artması, hem de makro düzeyde daha yüksek bir tasarruf oranı için önemli mekanizmalar. Bunun kıdem tazminatıyla da hiçbir ilişkisi yok, bu adı üstünde tamamlayıcı sistem. Kıdem tazminatında da bizim yaklaşımımız çok açık ve net; işçi kesimiyle işveren kesimi ve kamu kesimi, bir uzlaşma olmadan o konuda adım atmayız dedik, dolayısıyla aynı noktada duruyoruz.
“Emeklilerinin de daha yüksek bir getiri elde etmelerini sağlayacak sistemleri hayata geçireceğiz”
Ama bu tamamlayıcı emeklilik dediğimiz sistem, diğer sigortacılıkla ilgili konular bizim her zaman üzerinde durduğumuz, geliştirmeye çalıştığımız konular. Bunları geliştirmemiz hem makro düzeyde tasarruf oranlarımızı arttıracak, hem de tasarruf sahiplerinin, emeklilerinin de daha yüksek bir getiri elde etmelerini, daha müreffeh yaşamalarını sağlayacak sistemler. Dolayısıyla onları bir takvime koymuş durumdayız, hayata geçireceğiz, ama kıdem tazminatı konusu ayrı bir konu, orada tavrımız çok net. Bu sadece kamunun işi değil, çalışanlar var, iş dünyası var, kamu var. Üç kesim uzlaşırsa belli bir çerçeve üzerinde o zaman hareket edebiliriz, aksi takdirde tek taraflı orada bir girişimimiz olmaz.
Yılmaz, ayrıca “yerel seçimlerin belirsizlik ortamı yarattığı” yargısına katılmadığını belirtti.
Diğer konular, bu ilk evini alacaklarla ilgili bir soru geldi. Yılmaz buna da “Şimdi burada şunu söyledim ben: İlk bir OVP toplantılarından birinde finans kesimiyle toplantımızın çıkışında; ikinci, üçüncü evlerin alınmasında krediyi teşvik etmeyeceğiz. Birinci ev bizim için ilk ev daha önemli.” şeklinde yanıt verdi.
“Toplumsal yatırım notu bankalara veriliyor”
Cevdet Yılmaz, sunumunda toplumsal yatırım notu konusunu açıklığı kavuşturmak istediğini belirterek şöyle konuştu:
Toplumsal yatırım notu daha nitelikli kredilerin verilmesini sağlamak ve bunu sistematik bir şekilde yapmak, nokta müdahalelerle değil sistematik bir şekilde yapmak. Toplumsal yatırım notu dediğimiz, aslında toplumdan ziyade bankalara verilen bir not, bankaların notu bu. Bankalar kredileri nereye veriyorlar, bunlara bakılacak. Ağırlıkları ne bu kredilerin, sosyal açıdan, toplumsal açıdan daha faydalı yerlere mi gidiyor krediler, daha az faydalı yerlere mi gidiyor, buna bakılacak.
Bankalara bir defalık da verilmeyecek bu not, 6 ayda bir belki, 1 yılda bir yenilenecek bu notlar. Orada önceden belli olacak, yine hiç keyfilik yok burada da. Nerelere yatırım verilirse ne kadar puan alacağı, ağırlığının ne olacağı hep önceden ilan edilecek, belli olacak, buna göre bankaların performans ı ölçülecek ve bu toplumsal kredi notuna göre de bankalara ödüllendirici bir sistem kurulmuş olacak. Toplumsal açıdan doğru yerlere kredi veren bankaların notu da yüksek olmuş olacak. Bu önemli bir uygulama, Merkez Bankası Başkanımız bu konularda çalışıyor, tamamlayınca önümüzdeki EKK’da muhtemelen bu konuyu genel bir değerlendirmesini de yapmış olacağız hep birlikte.