İlk yazı her zaman zordur. Öyle bakar durursun. Ama bu yazının kolay bir tarafı var.
Çünkü yeniden evimdeyim.
1986-2008…
Dile kolay tam 22 yıldır Milliyet Gazetesi’nde bilfiil çalıştım.
Gazeteciliğin en doruk noktasında, sporun efsane gazetecileri ile omuz omuza mücadele ettim…
Şimdi çoğu yok…
Namık Sevik, Kahraman Bapçum, Orhan Aldinç… Tankut Antikacıoğlu, Erdoğan Şenay ve tabii ki İslam Çupi…
Bu isimlerin hepsi Milliyet’i sporda ekol yapan, marka yapan, efsane yapan isimlerdi.
Habertürk’e gittiğimin 3. yılıydı… Bir toplantı için Etiler’e gittim. Ama arabam yoktu. Yağmur yağdığı için taksi de… Zorunlu olarak yeni gazetemin ulaştırmasını aradım. Ama hatayla Milliyet ulaştırmayı aramışım. Ama ben farkında değildim.
“Tamam Halil bey. Hemen geliyoruz” dediler…
Araba gelince hatayı anladım. Ama şoför arkadaş gülerek karşıladı ve beni gideceğim yere götürdü…
Bu basit bir olay belki ama Milliyet’in kurumsal hafızasının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Ve ben yeniden yuvaya döndüm. Sanki mesleğe yeni başlamışım gibi içim kıpır kıpır. Yıllardır yakın dostum olan Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir, yine yıllardır muhabirlik dönemlerimizde özel iş yapmak için dünyanın her yerinde kapıştığımız Spor Müdürümüz Tayfun Bayındır ile birlikte olmak, omuz omuz çalışmak çok güzel bir duygu.
Tabii eski dostlarım Ediz’in, Mustafa’nın, Levent’in, Afşın’ın “Abi yazı nerede kaldı!” sözlerini daha şimdiden duymaya başladım…
Bugün ilk yazı böyle…
Devamı sonra…
Yazacak o kadar çok şey var ki…