Derleyen: Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr – Takvimler 1933 yılını gösteriyordu. Tüm dünyanın tanıdığı saygın bilim insanı Albert Einstein, kısa bir süre önce Almanya’dan Fransa’ya göç etmiş ve Paris’teki Collège de France’ta ders vermeye başlamıştı. Bir sonbahar günü üniversitedeki son dersini veren Einstein öğrencileriyle bahçede yürüyüş yapıyordu. Öğrencilerinden biri Almanya’da kalan bilim insanlarının geleceğini sorduğunda, Einstein hiç beklemediği bir anda gelen bu soru karşısında şaşkınlık yaşadı. Ülkesindeki siyasi problemler nedeniyle meslektaşlarının akıbetini merak eden Einstein, alacağı kararla birçok insanın hayatını değiştirecekti. Alman bilim insanlarının geleceği için çareyi Türkiye’de bulacağına inanan Einstein’ın kaleme alacağı bir mektup tarihe geçecek, yaşananlar yıllar sonra gün yüzüne çıkacaktı.
YAPILANLARDAN SONRA YURT DIŞINA GÖÇ ETTİLER
Einstein’ın Fransa’ya göç etmesi kararının arkasında Temmuz 1932’de Almanya’da yapılan federal seçimler etkin rol oynadı. Ülkenin kaderini değiştirecek seçimi günümüzde tüm dünyanın ‘diktatör’ olarak kabul ettiği Adolf Hitler liderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi kazandı. Sandıktan zaferle ayrılan Hitler, 30 Ocak 1933 günü Almanya şansölyesi olarak atandı. Bu süreçte yalnızca Almanya’da değil, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada karanlık bir dönem başlatan Hitler, ülkesindeki birçok Yahudi vatandaşına karşı adeta savaş açtı.
Yahudi vatandaşları topraklarından eden, birçoğunu ise toplama kamplarında ölüme mahkum eden Hitler, aşırı milliyetçi politikaları nedeniyle Yahudilerin Almanya’daki varlığından rahatsızdı. Tüm dünyanın dehşetle takip ettiği gelişmeler Almanya’daki bilim insanlarının geleceği için de ciddi bir soru işareti oluşturuyordu. Yahudilere karşı izlenen tutumun öngörülemezliği başta bilim insanları olmak üzere birçok kişinin farklı ülkelere göç etme kararı almasına sebep oldu. Almanya’dan Avrupa ve Amerika kıtasına göç eden gruplar arasında bilim insanları ilk sıralarda yer alıyordu. Bu kişiler arasında bilimsel çalışmalarıyla takdir gören dünyaca ünlü fizikçi Albert Einstein da vardı.
ÜYELER TOPLANDI, KARAR VERİLDİ
Çalışmalarına Fransa’da devam etme kararı alan bir grup bilim insanı arasında yer alan Albert Einstein, başta Yahudiler olmak üzere Hitler Almanyası’nda yaşananlara karşı harekete geçmeye karar verdi. Kendisi gibi Paris’e gelen Alman bilim insanlarıyla birlikte 1932 yılında Yahudi Nüfusu Koruma Grupları Birliği’ni (OSE) kurdu. Einstein ise birliğin başkanı olarak seçildi. Almanya’da yaşanan insanlık dramı için bir çözüm bulmak isteyen Einstein, bahçede yürüyüş yaparken öğrencilerinden birinin kendisine sorduğu soru karşısında büyük bir şaşkınlık yaşadı. Kısa zaman içinde bu şaşkınlık yerini harekete geçme arzusuna bıraktı ve Einstein başkanı olduğu OSE’nin üyelerini toplayarak onlara masadan karar almadan ayrılmayacağını söyledi.
Almanya’da Hitler’in yaptıklarını dehşet içinde takip eden komşu ülkeler o dönemde büyük bir kararsızlık içindeydi. Başta Fransa olmak üzere birçok ülke karşılarına Hitler’i almamak için kendilerine sığınma talebinde bulunan Yahudileri geri çeviriyordu. Almanya’da her saniye ölümle burun buruna bir halde hayatta kalma savaşı veren Yahudiler yaşamlarını güvence altına alacak, kendilerine hoşgörü ile yaklaşacak bir yere ihtiyaç duyuyordu. Öğrencisinin sorusuyla harekete geçme kararı alan ve OSE üyeleriyle toplantı yapan Einstein’ın aklında bir yer vardı. O yer Türkiye’ydi.
İŞTE YILLAR SONRA GÜN YÜZÜNE ÇIKAN O MEKTUP
Çevresindekilerden kağıt ve kalem isteyen Einstein vakit kaybetmeden Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na bir mektup yazmaya başladı. Almanya’da çok sayıda bilim insanının mesleklerini yapamayacak durumda olduğunu detaylıca anlattığı 17 Eylül 1933 tarihli mektupta Einstein hiçbir karşılık beklemeden Türkiye’de çalışabileceklerini, Türk hükümetinin söz konusu bilim insanlarını kabul etmesi halinde Türkiye’nin de önemli bir kazanç sağlayacağını ifade eden cümlelere yer verdi. Einstein’ın 17 Eylül 1933’te kaleme aldığı mektupta şu ifadeler yer alıyordu:
“Ekselansları, OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler Almanya’da halen yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi birliğimize yapılan çok sayıda müracaat arasından seçilmişlerdir. Bu ilim insanları, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde bir yıl boyunca hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etmek cüretini buluyorum. Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan Prof. Albert Einstein”
EINSTEIN’A CEVAP GECİKMEDİ
Einstein bu mektubu yazdığı sırada 1933 yılında Başbakanlık makamında İsmet İnönü vardı. Dolayısıyla 17 Eylül’de yazılan bu mektup İsmet Paşa’ya gitmişti. İnönü ise mektubu dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Baydur ile görüştü. Başbakan İnönü, bir süre sonra da Einstein’a cevaben bir mektup kaleme aldı. Einstein’a gönderilen cevap mektubunda şu ifadeler yer aldı:
“Sayın Profesör, Almanya’yı idare eden kanunlar yüzünden artık bilimsel ve tıbbî çalışmalarını Almanya’da yürütemeyecek olan 40 profesör ve hekimin Türkiye’ye kabul edilmelerini isteyen 17 Eylül 1933 tarihli mektubunuzu aldım. Bu kişilerin hükümetimizin emirleri altında müesseselerimizde bir sene boyunca ücretsiz olarak çalışmayı kabul edeceklerini de not ettim. Teklifinizin çok cazip olduğunu kabul etmeme rağmen bu teklifinizi ülkemizin kanun ve nizamnameleriyle uyuşturma imkânı görmediğimi söylemek zorundayım. Sayın Profesör, bildiğiniz gibi 40’tan fazla profesör ve hekimi mukaveleyle istihdam ettik. Bunların çoğu mektubunuzun konusu olan profesör ve hekimlerle aynı siyasi şartlar içinde bulunmakta ve onlarla aynı vasfa ve kapasiteye sahip. Bu profesör ve hekimler halihazırda geçerli olan kanun ve nizamnamelere uyarak bizde çalışmayı kabul etti. Şu anda menşei, kültür ve dilleri açısından çok değişik üyeleri ihtiva eden ve hassas bir mekanizma olan bir organizmayı kurmaya çalışıyoruz. Bu nedenle içinde bulunduğumuz şartlarda bu kişilerden daha fazla sayıda personel istihdam etmemiz maalesef mümkün olmayacaktır. Sayın profesör, isteğinizi tatmin edememekten dolayı üzüntülerimi bildirir, en derin hislerime inanmanızı rica ederim.”
İsmet İnönü’nün Einstein’ı kibarca reddetmesinin ardından konu kapanmış gibi görünse de ikili arasındaki mektuplaşmaya dair çeşitli iddialar da var. Bu iddialara göre Einstein’ın mektubundan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün haberdar olduğu ve bilim insanı ile iletişime geçtiği yönünde. Diğer bir iddiaya göre ise bu mektuptan Atatürk hiçbir zaman haberdar olmadı ancak ülkeye çeşitli dönemlerde birçok yabancı bilim insanı geldi ve çalıştı. İddialardan ilkini kanıtlayan birçok veri bulunuyor. Bunlardan biri ise gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı’nın iddialarına dayanıyor.
‘DÜNYANIN EN BÜYÜK LİDERİNE SAHİPSİNİZ’
Gazeteci ve tarihçi Murat Bardakçı’nın iddialarına göre Albert Einstein ve İsmet İnönü arasındaki diyalogdan hemen sonra bilime önem veren Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk devreye girmiş ve bilimsel çalışmalarına devam edebilmeleri için birçok Alman bilim insanını Türkiye’ye davet etmişti. Hatta bir dönem davet ettiği kişiler arasında Einstein’ın da olduğu söyleniyor. Bu iddiaya dair en güçlü kanıt, 1949 yılında ABD’deki Princeton Üniversitesi’nde Einstein ile görüşen İstanbul Teknik Üniversitesi’nin emekli hocalarından Prof. Dr. Münir Ülgür’ün Cumhuriyet gazetesinin Bilim Teknik ekine yaptığı açıklama olarak görülüyor. Prof. Dr. Münir Ülgür, Einstein ile arasında geçenleri şu şekilde anlatmıştı:
“İTÜ tarafından General Electric’te eğitim çalışması yapmak üzere 1948’de ABD’ye gönderildim. Orada 2 buçuk sene kaldım. Philadelphia’da çalışıyordum ve Einstein’ın da Princeton Üniversitesi’nde olduğunu biliyordum. Einstein ile görüşmeyi istiyordum ama bunun gerçekleşebileceğine çok ihtimal veremiyordum. 1949 yılında bir gün üniversitedeki sekreterine telefon ettim ve görüşme isteğimi bildirdim. Hiç beklemediğim bir şekilde hemen cevap geldi ve Einstein’ın beni beklediği bildirildi. Eşim ve kızımla birlikte Einstein’ın üniversitedeki ofisine gittik. Bizi çok sıcak bir şekilde karşıladı ve bizimle yakından ilgilendi. Küçük kızımı dizine oturttu ve ona piyano çaldı. Onu fevkalade mütevazı bir insan olarak gördük. Bizi hemen kabul etmesinin nedeni, benim Atatürk’ün bir evladı olmamdı. Konuşmalarımız sırasında Atatürk’ü kastederek ‘Siz biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz’ dedi. 1933 yılında Türkiye’de yapılan Üniversite Reformu sırasında Atatürk’ün, kendisinin de Türkiye’ye gelmesini istediğini söyledi ve ‘Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim’ diyerek Atatürk’ün hem kendisine hem de arkadaşlarına ülkesinin kapılarının açıldığını iletti.”
Prof. Dr. Münir Ülgür’ün ifadeleri, Alman bilim insanlarının Türkiye’ye doğrudan doğruya Atatürk’ün talimatıyla geldiklerinin kanıtı olarak görülüyor. Albert Einstein’ın yazdığı mektupa cevap yazan kişi ise Atatürk değil, dönemin Başbakanı İsmet İnönü olmuştu. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bu mektuptan haberdar olup olmadığı ise dikkat çekici iddialara rağmen net bir şekilde bilinmiyor. Ancak gerçek şu ki 1933 yılında yapılan Üniversite Reformu ile birlikte Dârülfünun kapatılmış, yerine İstanbul Üniversitesi açılmıştı. İstanbul Üniversitesi’nde ise tıp, fen, edebiyat, hukuk ve iktisat fakültelerinde yabancı bilim insanları çalışmaya başlayarak her biri kendi alanında önemli işler başardı ve Türk bilim insanlarıyla ortak çalışmalar yaptı. Tüm bu gelişmelerin de iddiaları güçlendiren nitelikte olduğu pek çok tarihçi tarafından kabul gören bir görüş.