Teknoloji geçer, sen uçuşu hatırla

MÜJDE IŞIL – Birkaç gün öncesine kadar “Mission: Impossible” serisinin yedinci filminin fragmanında Tom Cruise’un ne kadar yüksekten atladığıydı konumuz. Halbuki asıl cevher daha yakınımızdaymış. Açıkçası Cannes’daki gösteriminde Ukraynalı sinemacılara savaş korkusu yaşatan jet gösterisi ve hakkında çıkan tanıtım kokulu övgüler nedeniyle “Top Gun: Maverick”e biraz mesafeliydik. İlk filmi 36 yıl sonra devam ettirmenin mantığını da oturtmak kolay değildi. Pete Mitchell’ın “Top Gun”ı başarıyla bitirmesinin ardından ne yaptığını kaç kuşak merak etti acaba? İlk filmi televizyonda izlemiş kuşaktan biri olarak hiç merak etmediğimi rahatça söyleyebilirim. Müzikleri, güneş gözlüğünden deri ceketlerine kadar giyim tarzı, Soğuk Savaş döneminde yaptığı Amerikan propagandası ile tam bir ‘80’ler klasiğiydi “Top Gun” ve sonrasında yapılan uçaklı her film onunla kıyaslandı, tamam. Ama her kahramanı da tadında ve zamanında bırakmak gerekmez miydi? “Top Gun: Maverick” buna “Hayır” cevabını veriyor ve iyi ki de böyle demiş, dedirtiyor.

İkinci filmde kabuğuna çekilmiş bir Pete ‘Maverick’ Mitchell ile karşılaşıyoruz. Albay rütbesinden yukarı yükselemediği için herkes şaşırsa da 30 küsur yıldır efsanesi dilden dile dolaşıyor. Tehlikeli bir göreve pilot eğitmek için Top Gun’a geri dönüyor. O pilotlar içinde, yıllar önce kaza sonucu ölen can dostu Goose’un oğlu Rooster da var. İkili, geçmişle hesaplaşırken ölümcül görev için de zaman tükeniyor.

Cruise’un sinema aşkı

“Top Gun: Maverick”in en büyük iddiası ve aynı zamanda en büyük riski, kendini bugüne, bugünün seyircisine uydurma çabasına girmemiş olması. Süper kahramanlara alışmış yeni nesli nasıl kafalarım, bol efektle nasıl gösteriş satarım gibi bir tasası yok. Tam tersine orijinal filme ve o döneme ait olduğunu vurgulamaktan gurur duyuyor. İlk filmle aynı şekilde başlıyor, aynı jenerik müziğini kullanıyor, motosikletli sahneler başta olmak üzere ilk filmin bazı sahnelerini tekrar ediyor. Yine bir ‘80’ler klasiği olan “Ölü Ozanlar Derneği”ne öykündüğü sahne de ışıldıyor. Hikâyeyi Maverick ile ölen ortağının oğlu arasındaki ilişki üzerine kurması, klişelere zemin hazırlarken duygusal açıdan zengin bir kaynak yaratıyor. Senaryoda seyirciyi şaşırtacak sürprizler yok ama zekice aralara serpiştirilmiş espriler ve onları bamtelinden yakalayan olay örgüsü var. Belli ki Tom Cruise daha önce “Oblivion”da beraber çalıştığı Joseph Kosinski ile verimli bir iş birliği yakalamış. Senaristler Ehren Kruger, Eric Warren Singer ve Christopher McQuarrie de iyi iş çıkarmış. Tony Scott’a ithaf edilen filmde kanserle mücadele etmiş Val Kilmer’ı görmek de eski dostla kucaklaşma hissiyatı yaratıyor. Jennifer Connelly’nin varlığı, aşkın dozunu kadının dik duruşunda odaklıyor.   

Senaryosundaki klişelerin sağladığı duygusallıkla paralel, güçlü mesajları da muhteşem filmin. Sadece nostalji yapmakla kalmıyor; insan emeğini de yüceltiyor. Modern zamanın dinozor, modası geçmiş vs. diye yukarıdan baktıklarına ve onların değerlerine saygı duruşunda bulunuyor. Bunu iki kanattan yapıyor. Öncelikle insansız hava araçlarına evrilerek gelişen teknolojinin, insan dokunuşunun yerini alamayacağını vurguluyor; “Marifet uçakta değil, pilotta” diyor. Filmin militarist olarak damgalanmaması için bulunan çözüm de akıllıca. İlk filmde ‘tukaka’ edilen Rusların yerine belli bir düşman telaffuz edilmeyip “Başına buyruk bir devlet”in yarattığı tehlikeye karşı savaşılıyor. Filmin izlediği diğer yol ise efekt banyosu hâline gelmiş günümüz popüler sinemasını “organik” şekilde sürdürmek. Film başlamadan önce Tom Cruise, seyirciye sesleniyor ve filmdeki uçakların, manevraların vs. her şeyin gerçek olduğunu belirtiyor. “Mission: Impossible” serisinde dublör kullanmamak uğruna sakatlıklar yaşayan Cruise’un “gerçekçi” sinema sevgisine hayran olmamak elde değil. Kendisini yıldızlaştıran “Top Gun”dan 10 yıl sonra ilk “Mission: Impossible”da rol almıştı. Zaman içinde seriyi sahiplenmesi ve aksiyon sinemasını sırtlamasına dair göndermeleri de “Top Gun: Maverick”te görmek mümkün. Klişe sözdür; herkes sinemayı çok sevdiği için film çektiğini açıklar. Cruise, icraatlarıyla bu klişenin hakkını veriyor.

İlk filmin ötesine geçmek, yedinci sanatta ender rastlanan bir başarı. “Top Gun: Maverick” en iyi devam filmleri listesinde yerini alacak bir yapım. ‘80’lerde olsaydık, sonunda tüm salon alkışlardı filmi muhtemelen. Bugün de gönülden alkışlıyoruz Tom Cruise’u ve filmi.

Vizyonda öne çıkanlar

“İçimdeki Kahraman”: Sinan Sertel’in yazıp yönettiği film, farklı ve yerli bir süper kahraman hikâyesi anlatıyor. Babasının süper kahraman olduğuna inandırdığı Kahraman, güçlerini keşfedeceğine ve ölen babasını geri getireceğine yemin etmiştir. Süper gücünü ararken tanıştığı Gizemli Adam sayesinde Doğu masallarındaki gibi büyük bir yolculuğa çıkar.

“Dijital Esaret”: Önce pandemi sonra “Bergen”in gişe başarısı nedeniyle vizyonu ertelenen “Dijital Esaret”, Rasim Öztekin’in son filmi. Film, suç işleyen sosyal medya fenomenlerinin ve internet bağımlılarının ıslah için getirildikleri cezaevinde yaşananları anlatıyor. “Mandıra Filozofu”nun tarzını anımsatan filmin senaristi Birol Güven, yönetmeni ise Altın Portakallı “Güzel Günler Göreceğiz”den tanıdığımız Emre Kavuk”. Filmin çekildiği Çökertme Koyu geçen sene yanmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir