Metabolik sendrom, 21. yüzyılın önemli halk sağlığı sorunlarının başında geliyor. Metabolik sendrom, birden fazla kalp damar hastalığı risk faktörünün kümelendiği hastalıklar grubu olarak tanımlanıyor. Son yüzyılda gittikçe önem kazanmakla birlikte gelişmiş ülkelerde kardiyovasküler hastalıkların ve bu hastalıklardan ölümlerin önemli nedenlerinden biridir. Batı tipi yaşam tarzı olan ülkelerde daha sık gözleniyor. ABD’de yetişkin nüfusun yüzde 34-39’unda metabolik sendroma rastlanıyor. Metabolik sendrom görülme sıklığı ülkemizde de Avrupa ve Amerika’daki oranlara benzerlik gösteriyor. Günümüze kadar farklı sağlık otoriteleri tarafından birçok tanımlama yapılmıştır. Tüm tanımlamaların beş ortak bileşeni artmış açlık kan şekeri (insülin direnci), artmış kan basıncı, yükselmiş trigliserid seviyesi (TG), düşmüş yüksek dansiteli lipoprotein seviyesi (HDL) ve obezitedir.
Metabolik sendromlu kişilerde ürolojik problemler daha sık görülüyor
Yeni araştırmalar metabolik sendromun çeşitli ürolojik hastalıklar ile de ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu kişilerde iyi huylu prostat büyümesi, prostat kanseri, böbrek kanseri, aşırı aktif mesane, erkek kısırlığı, stres tipi idrar kaçırma ve hipogonadizm gibi ürolojik problemler daha sık gözleniyor.
Diyabet, hipertansiyon, obezitesi olanlar dikkat!
Metabolik sendrom, kardiyovasküler hastalıklar ve sertleşme bozukluğu arasında kuvvetli bir ilişki olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir. Metabolik sendrom bileşenleri aynı zamanda vasküler enflamasyona ve damar iç yüzeyini döşeyen endotel fonksiyon bozukluğuna neden oluyor ve bileşenlerinin sayısı arttıkça sertleşme bozukluğu sıklığı ve şiddeti artırıyor. 50 yaş altı metabolik sendromlu hastalarda çeşitli derecede sertleşme bozukluğu görülme sıklığı yüzde 68.4, 50 yaş üstü metabolik sendromlu hastalarda görülme sıklığı yüzde 74.8 olarak bildirmişlerdir. Ülkemizde metabolik sendromu olan hastaların yüzde 79’unda herhangi bir derecede sertleşme bozukluğu ve yüzde 24.8 oranında şiddetli sertleşme bozukluğu rapor edilmiştir.
Birçok çalışmada 50 yaşın üzerinde sertleşme bozukluğu ile başvuran hastaların yaklaşık yarısında metabolik sendrom varlığı saptanmış ve bu hastaların yaklaşık yarısında da şiddetli sertleşme bozukluğu olduğu gösterilmiştir. Farklı çalışmalarda diyabet, hipertansiyon, obezitenin şiddetli sertleşme bozukluğu gelişimi için en önemli metabolik sendrom bileşenleri olduğu belirtilmiştir. Testosteron hormonu karın etrafındaki artmış yağ dokusu varlığında östrojene dönüşüyor. Bu durum cinsel fonksiyon bozukluğuna ve cinsel isteksizliğe neden olabiliyor. Bu nedenlerle sertleşme bozukluğunun gelecekteki damar sertleşmesi, tıkanmalar, inme ve kalp krizi gibi kardiyovasküler hastalıkların ön belirtisi olabileceği belirtiliyor.
Metabolik sendromlu kişilerde prostat büyümesi yaygın görülüyor
Metabolik sendromu olan erkeklerde olmayanlara göre yıllık prostat büyüme hızı daha fazla bulunmuştur. Bu kişilerde idrar yapma ile ilgili sıkıntılar daha erken yaşta görülüyor. Metabolik sendrom bileşen sayısı arttıkça idrar yapma ile ilgili semptom şiddeti artmakta ve idrar akım hızı azalıyor. İyi huylu prostat hastalarında ilk basamak tedavi seçeneği olan alfa bloker ilaç tedavilerine yanıt metabolik sendrom varlığında daha azdır. Son yıllarda metabolik sendrom ile prostat kanseri arasında ilişki olabileceğini gösteren çalışmalar da yapılmıştır. Bu hastalarda prostat kanserinin daha saldırgan olduğu tedavi başarısının ve kanser nüksünün daha fazla olduğu söyleniliyor.
Yaşam tarzı değişikliği çok önemli
Genetik ve çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığı metabolik sendromun temelinde insülin direnci yatar. İnsülin direnci ise vücudun insülin salgılamasına rağmen, insülinin hücre içine girip glukozu taşıyamaması durumudur. İnsülin etkisinin yetersiz olduğu bu durumlarda kanda ve organlarda yağ miktarı artar. İnsülin direncini artıran temel faktörler; hareketsiz yaşam biçimi ve yüksek kalori alımı sonucu oluşan aşırı kilodur. Bir süre sonra karın bölgesi etrafındaki yağlanma ve insülin direnci arasında kısır bir döngü oluşuyor. Bu döngünün dengeli beslenme, düzenli orta-yüksek tempolu fiziksel aktivite artışı ile kırılması gerekli. Akdeniz tipi beslenme, yüksek kalorili besinlerden ve aterojenik diyetten kaçınmak ve fiziksel aktivite artışı tedavinin temelini oluşturuyor. Yaşam tarzı değişikliği olmadan sadece ilaç tedavisinin yeterli olmayacağının bilinmesi gerekiyor.