Görkem Evci | [email protected]
Milliyet Arkeoloji dergisi ve İş Sanat iş birliği ile düzenlenen “Kültürel Miras Buluşmaları”nın ilk durağı, Antalya’nın Kaş ilçesi yakınlarındaki Patara Antik Kenti’ydi. Apollon’un doğduğu kenti, İstanbul’da baharı beklerken karşılaştığımız kıştan kalma soğuk günlerin ardından, mitolojik anlatılarda tabiatın “kış uykusu”ndan sonra yeniden doğuşu, uyanışı, dirilişi ile özdeşleşen güzel bir bahar gününde, 26 Mart’ta gezdik. Patara’yı, hayatlarını bu kente adayan iki önemli isimden, 1988 yılında buradaki ilk kazıları başlatan ve 1999 yılına kadar da kazı başkanlığı görevini sürdüren Prof. Dr. Fahri Işık ile bu görevi 2009 yılından beri yürüten Prof. Dr. Havva İşkan Işık’tan dinleme şansına erişmek, uzun süren bir kışın ardından Patara’da bizi karşılayan güzel bahar gününün verdiği mutluluğu daha da artırdı.
Doğal liman
Patara’nın çağlar boyu süren önemi, sahip olduğu doğal limandan geliyor. Ağzı zaman içinde kumla dolarak 14-15. yüzyıllarda tamamen kapanan bu liman en kuzeyde Ksanthos, onun altında Letoon ve en güneyde, deniz kıyısındaki Patara antik kentlerini kapsayan Ksanthos Vadisi’ne giriş; bu kentlerin de dünyaya açılan kapısıdır. Lykia Birliği’ne başkentlik de yapan, dinsel bir merkez konumundaki bu önemli kentin tarihi, 1988 yılında Fahri Işık’ın başkanlığındaki kazılar başlayana kadar M.Ö. 700’lü yıllara kadar gidiyordu. Ancak kazılarda elde edilen ve M.Ö. 6. bin yıla kadar uzanan buluntular, Patara’nın tarihini çok daha gerilere taşırken, kentin tarih boyunca önemini koruduğunu da gösteriyor. Patara’nın ve varlığını borçlu olduğu doğal limanın tarihte binlerce yıl önce başlayan rolüne, 15. yüzyılın sonunda “Sultan Cem’in Rodos heyetiyle görüştüğü” yer olarak bir ek yapılırken, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı’nın ilk telsiz telgraf istasyonunun burada kurulmasıyla kent yeni bir anlama daha kavuşuyor.
Helen’den Anadolu’ya
“Biz buraya geldiğimizde her şey Yunan’dı.”Patara’yı gezmeye başladığımız, yaklaşık 30 metre yüksekliğe sahip olan, kente dört yandan hâkim Tepecik’te böyle özetliyor Fahri Işık, Patara’daki kazıların anlamını. Işık, 1981 yılında Patara’ya gelişlerini anlattığı bir yazısında da “Patara o gün, Ksanthos Irmağı’nın getirdiği mille limanının girişi tam dolduğunda terk edildiği gibiydi sanki; M.S. 1500’den bu yana zaman durmuş gibiydi” diyor. Yedi yıl sonra, 1988’de bu kentteki arkeolojik kazılar için izin verildiğinde zaman yeniden akmaya başlamış ve yine Fahri Işık’ın deyimi ile “Lykia için kültürel doku anlamında değişmez bir algı” olan “Antik Anadolu’nun tüm kıyı kentlerini saran ‘Helen yaratısı’ olma” algısına karşı da bir mücadele başlamıştır. Işık, Patara’daki kazılarla “Lykia Uygarlığının yönünün 150 yıl sonra Hellas’tan Anadolu’ya çevrildiğini” söyler. Patara ile birlikte, Lykia’nın tarihi, Helen kültüründen değil Anadolu temelinden yükselen bir kültür olarak yeniden yazılır.
Leto Hurmalığı
Tepecik’ten aşağıya iniyoruz, kentteki ikinci durağımız hurma ağaçlarının bulunduğu bölge yani Leto Hurmalığı. Burası mitolojinin önemli mekânlarından biri. Leto ile Zeus’un oğlu, Azra Erhat’ın ifadeleriyle “aydınlığın, ışığın, varlığı akılla algılamanın, öngörme”nin simgesi Apollon’un doğduğu yer burası. Bugün Yunanistan sınırlarındaki Delos’ta doğduğuna da inanılır Apollon’un. Çünkü yine Erhat’ın deyimi ile “Merkezleri, tapınakları ve efsaneleriyle özbeöz Yunan, yani Yunanistan kökenli”dir Apollon. Ancak ekler Erhat: “Bu yanlışlığı bilim Homeros’tan başlamak üzere metinleri iyice okumamış olduğu için işlemiştir. Arkeolojinin katkıları da eklenirse, gerçeğin gün ışığına yakında çıkacağı umulur.” Azra Erhat, doğrudan Patara’yı da işaret eder Mitoloji Sözlüğü’nde: “Apollon tanrının asıl doğuş yeri Anadolu kıyıları, yani Lykia ve özellikle Lykia’da tanrının doğduğu kent sayılan Patara’dır ama sonradan önce adalarda, sonra Yunanistan’da kültü yayılınca birçok yerler tanrıya beşik olma şerefini elde etmek için efsaneler düzdürmüşlerdir, bunların arasında başta gelen ve en çok da tutunan Delos efsanesi.” Mitolojik anlatıya göre Apollon’a hamile olan Leto, doğum sancılarıyla dokuz gün dokuz gece kıvranır ama kendisini kıskanan Hera, doğum tanrıçası Eileithya’yı ondan uzak tutunca bir türlü doğamaz Apollon. Fakat sonunda Eileithya yetişir ve Leto’nun kollarını bir palmiye ağacına sarar, ayaklarının altındaki çayıra diz çöker Leto, böylece Apollon’un kutlu doğumu gerçekleşir. Bugün Delos’ta bu anlatıda bahsi geçen palmiye/hurma ağaçları ya da bu ağaçlardan biz iz yoktur. Ancak Apollon kültü için en az Delos kadar önemli bir merkez daha vardır: Apollon’un kehanetini yazları altı ay Delos’ta, yılın geri kalanında da Patara’da bildirdiği anlatılır. Kentte hurmalığın da bulunması, mitolojik anlatıda bahsi geçen yerin Patara olduğu ihtimalini güçlendirir. Üstelik bu hurma ağaçlarının tarihi de oldukça eskidir. Fahri Hoca, hurma ağaçlarının köklerinden yaşlarının saptanamadığını ancak başka bir kanıt bulunduğunu söylüyor; ağaçların yer aldığı bölgedeki iki sokak ve bir ana yol: “Hurmaların hepsi bu yolun kenarında, hiçbiri içinde değil. Yolun tarihi hurmaların tarihiyle özdeş.” Havva İşkan da, ağaçların yaşlarıyla ilgili bir DNA araştırması yürütüldüğünü, sonuçlarını heyecanla beklediklerini belirtiyor. Ağaçların yakınlarındaki Tekerlek Gölü’nün de mitosla örtüşen başka bir kanıt olduğu düşünülüyor.
Şehrin simgesi
Patara’nın simge yapılarından biri de Kent Kapısı. Burada “simge” sözcüğü, Roma Dönemi’ne ait bu yapının, yalnızca bugün için tarihi bir kalıntı olarak önemini vurgulamıyor; “şehrin simge”si olmak, bu yapının inşa edilme nedeni. Havva Hoca, kapının, kente gelenlere “Patara’ya geliyorsunuz” dediğini, şehrin kimliğinin önemli bir parçası olduğunu, o dönemde bir şehrin girişinden tanınabileceğini vurguluyor. Bu kapının bir başka anlamı da Lykia’yı egemenliği altına alan Roma’nın buradaki halka karşı güç gösterisinin yansımalarından biri olması. Yapının işlevleri, bunlarla da sınırlı değil. Kent Kapısı aynı zamanda şehrin su sisteminin son halkası. Havva Hoca’nın anlatımına göre kentin yüksek kesimlerindeki bir kaynaktan doğal olarak basınçlı bir şekilde gelen su, pişmiş topraktan “s” şeklinde kıvrılan künklerle kapının üstüne taşınıyordu. Su buradan kapının orta bölümündeki “pencere”den aşağıya dökülüyor, böylece bu noktada bir “su perdesi” meydana geliyordu. Bu yolla kapıdan geçen su, devasa büyüklükteki bir havuzda toplanıyor, buradan da kapıdan daha alt seviyede yer alan hamama gidiyordu. Havva İşkan “Böylece Patara, kente girenleri hem muhteşem bir kapıyla hem de su oyunlarıyla karşılıyor” diyor.
Tiyatrodaki yazıt
Patara’nın, M.Ö. 2. yüzyılda, Helenistik Dönem’de inşa edilen, Roma Dönemi’nde geçirdiği onarımla büyütülen tiyatrosu, kazı ve restorasyon çalışmalarının ardından tekrar ayağa kaldırılarak bugün yeniden kültür-sanat etkinliklerine ev sahipliği yapar hale getirilmiş. Havva Hoca, tiyatro yapısında bulunan, sahnenin inşasına ilişkin anıtın “Anadolu epigrafisindeki en kapsamlı” yazıtlardan biri olduğuna dikkat çekiyor. Vilia Procula isimli bir kadın tarafından yazdırılan bu yazıtta sahne binasının yapımına Q. Vilius Titianus tarafından başlandığı, ölümünden sonra yapının kızı Vilia Procula tarafından kendi parasıyla tamamlandığı ve içindeki heykellerin de yine Vilia Procula tarafından yaptırıldığı kaydediliyor. Havva Hoca, Lykia kültüründe kadının konumu ile ilgili olarak şu bilgileri veriyor:
“Herodot, Lykialıları diğer komşularından ayıran çok önemli bir özellik olduğunu söyler. Diyor ki ‘Bir Lykialıya sen kimlerdensin diye sorarsan eğer, o sana önce annesinin adını söyler. Sonra annesinin annesinin adını söyler. Sonra annesinin annesinin annesinin adını söyler.’ Lykia’da anaerki konusu çok tartışılan bir kavram. Soyun anneden devam ettiği, başka yazıtlarla da karşımıza çıkan bir durum. Ancak anaerkiyi, bir yönetim gücü olarak algılamamalıyız.
KABARTMANIN ANLAMI
Meclis binasının içinde, bir kapının kenarında ne anlama geldiği ve neden burada olduğu uzun yıllar sorgulanan küçük kabartmalar yer alıyor: Kertenkele, arı, çekirge ve üzüm salkımı… Havva Hoca, çekirge ve kertenkelenin Apollon’un simgesi olduğunu, arının da Artemis’i simgelediğini hatırlatıyor. Üzüm salkımı ise elbette Dionysos’a işaret ediyor. Peki, bu üç tanrı bu kabartmada bize ne anlatıyor? Havva İşkan, kent surlarında, daha önce başka işlevleri olan birçok eski malzemenin kullanıldığını, surlardaki çalışmalar sırasında bulunan bu eski malzemelerden birinin de Latince bir yazıt olduğunu söylüyor. Yazıt, surlarda bulunan taşın aslında bir mezar taşı olduğunu ve bu mezar taşının da Patara’daki hapishanede müdür olarak görev yapan Roma Yüzbaşısı’na ait olduğunu gösteriyor. Böylece kentte bir hapishane olduğu anlaşılıyor. Apollon ve Artemis’in de ceza tanrıları olduğu düşünüldüğünde, davaların da görüldüğü Meclis Binası’nda bulunan kabartmaların anlamı aydınlanıyor. Suçlanan kişilerin, mahkemeye çıkana kadar Meclis binasında, girişinde söz konusu kabartmanın olduğu odada tutulduğu, kabartmanın da “suçluysan ceza tanrıları seni bekliyor ama suçsuzsan buradan çıkıp Dionysos’un sana bahşettiği güzel hayata ulaşacaksın” anlamında okunabileceği düşünülüyor.
Meclis Binası
Kum dağının içinde bir göçük olarak kaybolmuşken, ilk kez Fahri Işık tarafından “meclis binası” olarak tanımlanan ve titiz bir çalışmayla ayağa kaldırılan yapı, Patara’daki sembolik anlamı çok güçlü yapılardan biri. Patara Meclis Binası, ilk olarak Lykia Birliği’nin toplantı yeri olarak kullanıldığı M.Ö. 2.-1. yüzyıllarda inşa edilmiş. Burada yürütülen kazı çalışmaları sırasında çok sayıda resmî yazıt bulunmuş. Meclis kararlarının, Patara Meclis üyelerinin isimlerinin yer aldığı bu yazıtlar da kronolojik bir sırayla Meclis’in önünde sergileniyor. Bu Meclis kararları yalnızca Patara’yla ilgili değil. Yazıtlarda diğer Lykia kentlerine ilişkin kararlar da yer alıyor. Havva İşkan, Lykia Birliği’nin arşivinin, başkent olduğu için Patara’da yer aldığını belirtiyor.
TBMM destek verdi
Fransız düşünür Montesquieu, Lykia Birliği’nin yönetim biçimini, “mükemmel bir konfederatif cumhuriyet” olarak tanımlar. Lykia şehirlerinin bir araya gelerek oluşturduğu bu yönetim biçiminde, ekonomi ve nüfus bakımından güçlü olan şehirler, daha fazla oy hakkına sahiptir. Küçük yerler de bir araya gelerek Meclis’e ortak bir temsilci gönderebilirler. Böylece en küçük yerleşim merkezleri bile bir temsil hakkına sahip olur. Birlik başkanının bir sene için seçildiği bu yönetim sisteminde hâkim ve askerî yöneticiler de seçimle belirlenir. İşte Patara’daki Meclis Binası da bu “mükemmel” yönetimin somut mekânlarından biri, o yönetimin başkentinin karar alma merkezi… Anadolu’da yeşermiş olan bu kültürden bize miras kalan Patara Meclis Binası’nda 2008-2012 yıllar arasında yapılan çok kapsamlı konservasyon ve restorasyon çalışmalarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin desteğiyle yapılması da son derece anlamlı. Hem kendi tarihiyle hem de kazılarının tarihiyle oldukça ilginç hikâyeler barındıran Patara’da 30 yılı aşan kazılar, tarihi aydınlatmaya devam edecek. Bize düşen, bu kentteki yapıların ne anlama geldiğini, uygarlık tarihi açısından bize ne söylediğini dikkatle dinlemek; geçmişi doğru okuyarak üzerinde yaşadığımız toprakları tanımak. Tarihin, kumun ve toprağın altında saklayarak bugüne ulaştırdığı bu yapıları toprağın üstündeyken de koruyabilmek ve gelecek kuşaklara aktarmak…
DENİZ FENERİ YENİDEN YÜKSELİYOR
Roma İmparatoru Nero tarafından M.S. 64-65 yıllarında yaptırılan Patara Deniz Feneri de yeniden yükseliyor. 15. yüzyılın sonlarında yıkıldığı düşünülen ve yıkıntıları bir kum tepesinin altındayken 2004-2005 yıllarında ortaya çıkarılan fener, şimdi yaklaşık yüzde 80 oranında orijinal taşlarıyla ayağa kaldırılıyor. Taşları yaklaşık 550 yıl sonra yeniden tek tek dizilen fenerdeki çalışmalarda sona gelindi.
ALTIN KURAL
Havva İşkan, Patara’daki gezimiz sırasında kazı çalışmalarındaki “altın kural”dan da söz etti. İşkan, bu kuralı şu sözlerle açıklıyor: “Biz merak edebiliriz, gece uykularımız da kaçabilir, ne gam. Meraka yenilip hiçbir yere gereksiz kazma vurulamaz bu kentte. Bir kere, kazmayı vurduktan sonra ortaya çıkan şeyi korumamız gerekiyor. Koruma mücadelesini yürütemeyeceğimiz büyük yapıları topraktan çıkarıp ortada bırakmak cinayetle eş değer. İkincisi, geleceğe rezerv alan bırakmamız lazım. Benim şimdi sahip olduğum teknolojiye Fahri sahip değildi, onun teknolojisine Ekrem Akurgal Hocam sahip değildi. 100 yıl sonra teknoloji, bizim yakalayamadığımızı yakalayacaktır. Onların oradan alacağı bilgi tarih adına da, bu toprak adına da daha fazla olacaktır.” Kentte varlığı bilinen, yerleri tespit edilen ama henüz gün yüzüne çıkartılmayan kalıntılar da var. İşkan, Efes’teki Yamaçevler gibi duvarları tamamen resimlerle donatılmış konutların bu kalıntı gruplarından biri olduğunu söyledi.