Ali Fuat Cebesoy; Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı kitabının ‘Babam Mustafa Kemal’i Kendi Evladı Gibi Severdi’ başlığını taşıyan bölümünde, şunları anlatır:
“19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, milli kurtuluş davasının öncüsü olmuş, mukaddes ihtilalin bayrağını kuvvetli elleri arasına almıştı. Ben, Ankara’da önce 20. Kolordu, daha sonra Batı Anadolu Milli Kuvvetler Başkumandanı olarak bütün samimiyetim ile inanışım ile ve bütün mevcut imkanlarımla kendisini destekliyor ve onu lider olarak tanıyordum. Doğuda da aynı desteği şimdi Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş olan Kazım Karabekir yapıyordu. Sivas Kongresi toplanmak üzere idi. Kongreye katılmak için Sivas’a giden arkadaşlar Ankara’ya da uğruyorlardı. 29 Temmuz 1919’da hiç beklemediğim bir olayla karşılaştım. 20. Kolordu karargâhının kumandanlık odasında idim. Birdenbire içeriye Kurmay Başkanım Binbaşı Ömer Halis Bey (Rahmetli İstanbul Kumandanı Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay) girdi. ‘İstanbul’dan eski bir asker geldi. Sizi görmek istiyor’ dedi. Kim olduğunu sordum. ‘Babanız İsmail Fazıl Paşa Hazretleri.’ Ben hayretler içinde iken paşa babam da içeriye girmiş bulunuyordu. Onun İstanbul’da verdiği söze sadık kalarak mücadele ve milli mukavemet hareketlerinde yer almış olması bizim için önemli bir kazançtı. Bu gelişten en ziyade memnun olacak Mustafa Kemal’di.
Diğer taraftan rahatını düşünen meşakkate katlanmak istemeyen, bu yüzden de İstanbul’dan ayrılmayı göze alamayan payitahttaki devlet ricaline de bir fedakârlık örneği olmuştu. Ancak babam 69 yaşında idi. Dinç görünmesine rağmen girdiği savaşlarda, istibdat devrinde geçen ve uzun yıllar süren menfa hayatında bir hayli yıpranmıştı. Bunu yakından biliyordum. Sonra ailemizin reisi idi. Anadolu’ya geçmekle ihtiyar anneciğimi yalnız bırakmış olacaktı.
İlk bayındırlık bakanı
Endişelerimi kendisine söyledim. Bugün gibi hatırlarım, kaşlarını çatarak şu ihtarda bulunmuştu: ‘Milletin istiklali bahis mevzuu olurken, aile endişesi nazarı itibara alınmaz. Çünkü ailenin huzur ve rahatı ancak milletinin huzur ve kurtuluşu ile kaimdir.’ Sonra ilave etmişti. ‘Ben Mustafa Kemal ile beraber onun emrinde, onun gittiği yolda sonuna kadar yürüyeceğim. Bu kararı İstanbul’dan ayrılmadan çok evvel vermiştim.’
Gözlerimde yaşlar tanelenmişti. Babam üç beş gün Ankara’da kaldı. Sonra kongrede murahhas olarak bulunmak üzere Sivas’a hareket etti. Veda ederken, ‘Biliyor musun Fuat?’ dedi. ‘Bir oğlumu İstanbul’da bırakmıştım. İkincisini Ankara’da buldum. Üçüncüsüne Sivas’ta kavuşacağım.’ Babamın birinci oğlum dediği İstanbul’da irtibat subayı olarak bıraktığım ağabeyim Yüzbaşı Mehmet Ali, ikincisi de bendim. Sivas’ta kavuşacağını söylediği üçüncü oğlu ise Mustafa Kemal’di. İsmail Fazıl Paşa, ilk Milli Hükümet’in nafıa vekili yani bayındırlık bakanı olmuştur.
‘İstirahate ihtiyacı var’
Batı Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılmış 21 Kasım 1920’de Moskova Büyükelçiliği’ne kayin olunmuştum. (…) Mustafa Kemal, bir kabine toplantısından sonra beni bir kenara çekerek: ‘İsmail Fazıl Paşa’nın sıhhi durumunu iyi görmüyorum. İstirahate çok ihtiyacı var. Fakat Ankara’dan ayrılmak istemiyor. Bir kere de siz ısrar ediniz’ demişti. Aynı ricayı babama iki üç defa tekrarlamıştım. Fakat hepsinde de ret cevabı almıştım. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın emrini yerine getirmek için son bir defa daha müracaata karar verdim. Akşam buluştuğumuz zaman muhakkak suretle Almanya’ya gitmesini, annemi de yanına almasını söyledim. Biraz düşündü, sonra: ‘Hayır’, dedi. ‘Ankara’dan ayrılmayacağım.’ Sordum, ‘Neden babacığım?’
‘Ankara’da oturmaktan büyük zevk duyuyorum. Hastalığımı ben de biliyorum. Fakat ısrar etme ve artık bir şey sorma.’ Rica ve ısrarlarım yine boşa çıkmıştı. Ankara’dan ayrılacağım gün veda ziyaretine gittiğim zaman, babamı fazla heyecanlı buldum. Yüzümden, gözümden öptü. İşte o zaman neden Ankara’da kalmak istediğini ilk defa açıkladı: ‘Bu mukaddes mücadelenin zaferle neticelenmesini görmek müyesser olmazsa beni bu milli idarenin merkezinde bir yere gömersiniz. Bu arzumu Mustafa Kemal’e de söyle. Bir oğlum sen isen bir oğlum da odur.’ Başımı öne eğdim. Ağlamamak için dudaklarımı ısırıyordum. Müteessir olduğumu anlar anlamaz konuyu değiştirdi. Babam İsmail Fazıl Paşa, büyük zaferi görmeden 1921 yılı nisan ayında öldü. Onu Ankara’da ebedi istirahatgâhına tevdi ederlerken ben Moskova’da bulunuyordum. Nur içinde yatsın.”
– BİTTİ-