Müjde Işıl – Tarzı olan bazı yönetmenler bununla bütünleşse ve seyirciden hep o yönde beklentiyi bilse de kariyerlerinin bir noktasında farklı sulara dümen kırmayı dener. Bunu bazen içsel bir deneyim, değişiklik ihtiyacı bazen de zaruret tetikler. Woody Allen’ın “Match Point/Maç Sayısı”nı düşünün mesela… Kim derdi ki kendisiyle özdeşleşmiş onca ilişki komedisinden sonra Allen çıkıp da böylesine dengeli bir suç hikâyesi anlatacak… Benzer durumu Gaspar Noé’de de yaşıyoruz. Şiddet, cinsellik ve çılgınlık odaklı filmlerinden sonra bir anda karşımıza “Vortex” ile çıkıverdi. Yaşlılığın yıkıcılığını anlattı. Noé’den hiç de beklenmeyecek bir hikâyeyle…
İş nasıl bu noktaya geldi diye şaşırmadan önce filmin konusuna bakalım. Hikâyenin merkezinde yaşlı bir çift var. Filmin başında, sevgiyle kocasını sofraya davet eden kadını görünce bunlardan nasıl bir arıza çıkabilir ki diye merak da duymuyor değiliz. İkilinin muhabbetinden sonra bu eğitimli çiftin aslında yavaş yavaş ölüme sürüklenişini izlediğimizi fark ediyoruz. Erkek kalp hastası, kadın ise demans… Oğullarının ve torunlarının ziyaretleriyle hem teselli buluyorlar hem de kaçış noktaları olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorlar.
Azraille yüzleşme
“Vortex”in nasıl ortaya çıktığına gelince… Bu film kişisel deneyimlerin perdeye yansıması aslında. Büyükannesi ve annesi de demans hastası olan Noé, pandemiden önce beyin kanaması geçirdi ve doktorları şaşırtarak bu süreci hasarsız atlattı. Katıldığı cenazelerde insanın kendi cenazesinin nasıl olacağını düşünmesi gibi Noé de kazandığı yaşam mücadelesiyle birlikte nasıl yaşlanabileceğini düşünmüş olmalı. Filmde kadın-erkek arasındaki farklar bunu fazlasıyla belirginleştiriyor. Kadın, hafızası yerine geldiği zamanlarda mevcut durumdan ötürü herkesten özür diler ve kendini suçlarken, erkeğin sadece kendine odaklandığını görüyoruz. Kitabını yazmakla meşgul, dikkatinin dağılmasını istemiyor ve yaklaşık 20 senelik metresinden şefkat bekliyor! Bu noktada Noé’nin babası Luis Felipe Noé’nin de ressam ve yazar olduğunu ekleyelim.
Nisan ayında 41. İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma’sında yer alan ve En İyi Film seçilen “Vortex” için İstanbul’a gelen Noé, gösterim sonrasındaki söyleşide iki detaya dikkat çekmişti. Filmin başlıca esin kaynağı olarak “Anne ve Fahişe” filmini göstermişti ki “Vortex”te demans hastası kadını canlandıran Françoise Lebrun, o filminde oyuncusuydu. İkinci vurgu ise Yılmaz Güney’e idi. Noé’nin Güney’in çocuk oyuncudan iyi performans almak için ona annesinin öldüğünü düşündürtmesinden yola çıkarak “Vortex”teki küçük oyuncuyu motive etmek için ona çok istediği oyuncağı almayı vadetmekle doğru bir hamle yaptığını, filmi izleyenler görecek.
Haneke ile akraba
“Vortex”, Haneke’nin “Aşk”ıyla akraba bir film. Seyircilerini huzursuz etmeyi ilke edinmiş iki sinemacının da dönüp dolaşıp benzer filmde birleşmeleri hayli ilginç ama şunu da atlamamak gerekiyor: Rahatsız etme ritüeli devam ediyor aslında. Evet, “Vortex”te şiddet yok, sınırları zorlayan müzik ve ışık patlamaları da yok ama kişisel deneyimlerinizi içine alıp sizi yıpratan bir anlatı var. Film iki açıdan tahammül testi uyguluyor seyirciye: Hasta ebeveynlerinize bakıyorsanız yahut ebeveynlerinizi kaybettiyseniz filmin her karesini siz de kendinizi içine koyarak birebir yaşıyorsunuz. Yok, eğer böyle bir deneyim yaşamadıysanız kendi yaşlılığınızı ve hatta size bakacak birileri olup olmayacağını sorgulayarak da filmden derbeder hâlde çıkabilirsiniz. Evet, “Vortex” alıştığımız gibi bir Noé filmi değil ama yıkıcı, yıpratıcı etkisiyle tam da bir Noé filmi aslında.
Noé o yıpratıcı etkiyi sadece konu bazında değil, çekim tekniğiyle de sağlıyor. Ekranı ikiye bölerek kahramanlarının hem ruhsal hem de fiziksel açıdan kendilerini nasıl hapsolmuş gördüklerini seyirciye yaşatıyor. Zamanın azalması, anıların unutulması, mekânların daralması derken yaşlılığın en acımasız hâliyle karşı karşıya kalıyoruz biz de. Tabii şunu da eklemeden geçmeyelim: Bu çift, kendi evleri olan ve hâlleri vakitleri yerinde insanlar. Maddi zorluklarla emeklilik yaşayanların katlanmak zorunda kaldıklarını hayal etmek çok daha yıpratıcı elbette.
Filmin başrollerini Dario Argento ve Françoise Lebrun paylaşıyor. Lebrun’un mahcubiyeti ve korku sinemasının üstadı Argento’nun hem sevecen hem de kendi sınırlarını korumaya odaklı karakter performansı hayli etkileyici. Hikâyeyle öylesine bütünleşiyorlar ki onlardan başka bu rolleri kim oynayabilir diye düşündürtmüyorlar bile.
Bir sahnede hayatın rüya olduğundan bahseden Argento’nun karakterinin ağzından şu cümleyi işitiyoruz: “Rüya görenler aslında uyanıktır.” Evet, uyku ile uyanıklık, düş ile gerçek arasında hızla tükettiğimiz hayatımızın sonunda, eğer ki o yaşlara varabilirsek, bizi zor bir sınav bekliyor. O günler geldiğinde belli ki aklımızın bir köşesinde “Vortex” de bir kılavuz gibi bizi bekleyecek.