16 Nisan 2017’de yapılan anayasa referandumunun üzerinden beş yıl geçti. Türkiye, son beş yıldır Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle yönetiliyor. Siyaset bilimci Dr. Onur Alp Yılmaz’ın yaptığı araştırma, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte Türkiye’deki servet sahiplerinin sayısının ve mevduatlarının büyük oranda arttığını, buna karşılık açlık veya yoksulluk sınırı altında yaşayan yurttaşların sayısının da yükseldiğini ortaya koydu.
‘Yurt içinde yaşayan milyonerlerin toplam serveti 3 trilyon 431 milyona yükseldi’
Yılmaz’ın araştırmasına göre; yurt dışında ve yurt içinde yaşayan milyoner sayısı, son beş yılda yüzde 268 oranında artarak 138 bin 980 kişinden 511 bin 685’e yükseldi. Yurt içinde yaşayan milyonerlerin toplam servetleri, yüzde 262 oranında yükseliş göstererek 385 milyar 621 milyon liradan 3 trilyon 431 milyona ulaştı. Yurt dışında yaşayan Türk milyonerlerin toplam mevduatları ise 74 milyar 358 milyondan 211 milyar 667 milyona ulaşarak yüzde 184 oranında arttı.
‘2022 yılında açlık veya yoksulluk sınırında yaşayan yurttaş sayısı 76,5 milyona ulaştı’
Yılmaz’ın araştırmasına göre; bu süreçte açlık veya yoksulluk sınırı altında yaşayan yurttaşların sayısında da büyük oranda artış yaşandı. Buna göre; 2017 yılında 64 milyon yurttaş açlık veya yoksulluk sınırının altında yaşarken bu rakam 2022 yılında 76,5 milyona yükselerek yüzde 19 oranında artış gösterdi. Yılmaz’ın araştırmasına göre ayrıca, enflasyon yüzde 11,92’den yüzde 61,14’e ulaşarak yüzde 49,22 oranında arttı. Açlık sınırı, bin 608 liradan 4 bin 928 liraya yükseldi. Açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki makas ise artı 204 liradan eksi 678 liraya düştü.
‘İktidar servet transferiyle toplumun geniş kesimlerini yoksullaştırıp açlık ya da yoksulluk sınırı altına itiyor’
Dr. Onur Alp Yılmaz, araştırmasının detaylarını ANKA Haber Ajansı’na anlattı. Servet sahiplerinin mevduat hesaplarındaki artışı dövizin yükselişi ile paralele olarak değerlendiren Yılmaz, “Döviz yükselmesinin de kasıtlı bir şey olup olmadığı tartışması var kamuoyunda. Bunun içinde önemli bir veri sunuyor bu sayı. 138 bin 980’den 511 bin 685’e çıkması, yüzde 268’lik bir artış göstermesi, iktidarın yapmaya çalıştığı bir şeyi de gösteriyor. Bir servet transferi yapıyor aslında bu vasıtayla. Dolayısıyla bu transferle toplumun geniş kesimlerini yoksullaştırıp açlık ya da yoksulluk sınırı altına itiyor” dedi.
‘İktidar demokrasiyi ayakta tutan orta sınıfı kaldırmaya çalışıyor’
İktidarın ekonomi politikalarının orta sınıfı eritmeye yönelik olduğunu savunan Yılmaz, şöyle devam etti:
“Başka bir ifadeyle ise demokrasiyi ayakta tutan sınıf olan orta sınıfı da kaldırmaya çalışıyor. Demokrasiyi orta sınıfın ayakta tutmasının sebebi aslında, Marksçı bir şey de söylemek gerekirse orta sınıfın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeylerinin olmasıdır. Asgari bir mülkiyeti, bir evi, bir arabası vardır; dolayısıyla kaybedecek bir şeyi vardır ve bu yüzden de keyfi rejimlerden kaçınmaya çalışır. Bunu ortadan kaldırıp, toplumun ekseriyetini yoksullaştırıp, bu yoksul kesimlerle kayırarak zenginleştirdiği gruplar arasında bir çıkar birlikteliği yaratır. Seçim dönemlerinde zenginlerden aldığı fonlar vasıtasıyla, bu fonları yoksul kesimlere dağıtarak bunu gerçekleştirir. İnsanların zaten kendi hakkı olan gelirleri bu insanlara bir bahşediliş gibi vererek, bu noktada istediği çıkar birlikteliği ortaya koyarak iktidarının sürekliliğini sağlamaya çalışıyor.”
Araştırmasındaki temel iddianın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile devletin emekçi sınıflara olan tahakkümünün artması olduğunu belirten Yılmaz, “Temel olarak benim iddiam ve bunu yapma sebebim bu, çünkü başkanlık rejimiyle beraber Türkiye’de devletin tam bir tahakküm aracına dönüşmesi oldu. Tabii ki devlet dediğimiz şey emekçi grupların üzerinde bir tahakküm aracıdır. Bugün Türkiye’nin yüzde 67’si ücretli emek toplumuna dönüşmüş durumda, yani bir patrondan maaş alan durumunda” diye konuştu.
17 Nisan referandumu öncesi olağanüstü hal döneminde (OHAL) yaşananları da anımsatan Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“OHAL devam ederken, yavaş yavaş sermaye grupları söylenmeye başlamışken henüz daha başkanlık referandumu geçmemişti; Erdoğan, işverenlerle yaptığı toplantıda ‘Neden şikayet ediyorsunuz, bakın hiç eylem olmuyor, olduğu anda da bastırıyoruz’ gibi bir açıklama yapmıştı. Dolayısıyla devletin temel görevlerinden biri olan sosyal adaleti tasfiye ederek bunu sadece iktidarının sürekliliğini sağlamak için bir çıkar ilişkisine dönüştürme noktasına geldi iktidar partisi ve bugün devlet denen yapı tam olarak emekçiler üzerinde bir tahakküm aracına, bunun yanında da özellikle kayırmacı bir iktisadi sistemle ya da literatürdeki adıyla ahbap-çavuş kapitalizmiyle emekçi gruplar negatif olarak kayrılırken işverenler ve sermaye grupları pozitif olarak kayrılmaya başlandı.”
‘Bugün 76,5 milyon açlık veya yoksulluk sınırının altında yaşıyor’
İktidarın 2022 yılı için belirlediği asgari ücretin alım gücüne ilişkin bilgileri geçmişle karşılaştıran Yılmaz, “Asgari ücret zammı geldi, güzel. 2017’de asgari ücret bin 404 lira, şu an 4 bin 250 lira. Yani yüzde 202’lik bir artış var. Ama şöyle bir durum var; açlık ve yoksulluk Türkiye’de çok fazla artmış. 2017’de 64 milyon insan açlık veya yoksulluk sınırının altında yaşarken bugün 76,5 milyon; yani yüzde 19 artmış. Ayrıca toplumun yüzde 90’ı temel ihtiyaçlarını zar zor karşılayan ya da karşılayamayan bir noktada. Bu çok ciddi bir artış. Siz istediğiniz kadar asgari ücrete zam yapın, bunun bir karşılığı yok. Çünkü siz piyasadaki arz ve talep dengesini sağlayamazsınız bu şekilde. Çok kısa bir süre içinde fiyatlar artış gösterir, alım gücü düşer” diye konuştu.
‘Seçim ekonomisi vasıtasıyla arpalık gibi topluma dağıtarak geçiçi rahatlamalarla hepimizin yoksullaşmasına yol açıyorlar’
Yılmaz, asgari ücret seviyesinin seçim ekonomisi perspektifinden kaynaklı bir ilişkiyle yükselmesinin sakıncalarına dikkat çekerek, “Eğer ki bu işin yükünü, vergi yükünü ya da gelirdeki yükü işverenin üstüne yıkmadıkça; işçinin, emekçinin üzerine yıktıkça yoksul kesimlerin hayatlarının üzerinde pozitif hiçbir değişim olması söz konusu değil. Bunları seçim ekonomisi vasıtasıyla arpalık gibi topluma dağıtarak, bir şekilde geçici rahatlamalarla çok daha yoksul bir yere doğru itiyorlar. Hepimizin yoksullaşmasının altında yatan sebeplerden birisi” dedi.
Türkiye’deki milyonerlerin 200 milyar dolara yakın mevduatlarını yurt dışına taşıdıkları iddialarını da değerlendiren Yılmaz, “Biz burada kayıt dışını konuşsak çok daha başka bir tablodan bahsediyor oluruz. Burada bu rakamların içinde kayıt dışı yok. BBDK’nın resmi rakamları. Görece orta yaş gurubunda olan ve iyi kötü bugüne kadar para kazanmış insanların kendilerine yurt dışında yeni hayat kurmak için götürdükleri mevduatlar olma ihtimali yüksek. Bunun yanında yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın mevduatları olabilir” diye konuştu.
‘Türkiye’de zenginler artıyor ama zenginlik azalıyor’
Yılmaz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte milyoner sayısı ve servetlerindeki yüksek artışları ise şöyle değerlendirdi:
“Bugün tek kişinin aslında her şeye karar vermesi, servet transferi, özellikle neoliberal dönemde, 1980 sonrasında iktidarların yapmaya çalıştığı bir şey ancak bunu yapmalarının önünde kurumsal engeller vardı. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile beraber bu kurumsal kısıtlar tamamen ortandan kalktı. Bir ‘nas’ söylemiyle, İslami bir referansla, özellikle faiz indirme politikasıyla yani iktisat biliminin gereklerini yapmaktansa dini söylemlerle ortaya çıkarak tek kişi geceden sabaha Merkez Bankası Başkanı’nı eğer ki istediği kararları almazsa değiştirecek bir noktaya geliyor. Kurumsallık tamamen ortadan kalktığı için bunu frenleyen bir şey yok. Dolayısıyla servet transferini sağlayacak kararlar tek kişi tarafından rahatlıkla alınabiliyor. Türkiye’de zenginler artıyor ama zenginlik azalıyor toplumun genelinde. Bunun da sebebi bütün kararları tek kişinin vermesidir.”
‘İttifakın liderliğini yapanlardan birisi olan CHP, servet transferine engel olacak ve emekçiler lehine dönüştürecek bir politika ortaya koymalı’
CHP, İYİ Parti, Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’nin uzlaştığı ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in sosyal adaleti oluşturması bakımından önemli bir rol oynayabileceğini belirten Yılmaz, şöyle konuştu:
“Parlamenter sistem, başlı başına toplumsal adaleti, refahı, sosyal adaleti, mülkiyeti tabana yaymayı gerçekleştirecek bir şey değil. Burada altı muhalefet partisinin, en azından devletin ana işlevlerinden biri olan kamu hizmetlerini insanlara ücretsiz sağlamasıdır. Nedir bu; eğitim hizmeti -nitelikli, seküler, bilimsel eğitim sistemi- ulaşılabilir bir sağlık sistemi, asgari bir barınma hakkı, onurlu bir yaşam sağlayacak asgari bir gelir düzeyi sağlamak. Bu da aslında sermaye ile emekçi guruplar arasında bir denge oturtmadan mümkün değil. Özellikle ittifakın liderliği yapan partilerden olan CHP, sosyal demokrat bir parti olma iddiasında. Dolayısıyla burada servet transferine engel olacak ya da bu servet transferini emekçilerin lehine dönüştürecek bir politika ortaya koymalı. Ortaya koymaya çalışıyorlar ama çok daha planlı ve programlı bir şekilde altılı mutabakatın bir şeyler söylemesi gerekiyor. Türkiye’de bir iktidar dönüşümü olursa bunu sağlaması hayati. Eğer ki bu gerçekleşmezse, siz insanları yoksulluk seviyesinden çıkartamazsanız, bu yoksulluk günden güne derinleşirse bu bir sosyal patlamaya sebep olabilir. Bizim gibi örgütsüz toplumlarda sosyal patlamanın nereye evrileceği de belli olmaz.”