Çağımızın hastalığı diyebileceğimiz depresyonun tedavisinin temel dayanak noktası antidepresan ilaçlardır; ancak bu ilaçlar, etkisinin ne kadar kalıcı olduğu yönüyle sıkça eleştirilmektedir. Pek çok insanın hayatını kurtardığını düşündüğümüzde bu tabii ki de antidepresanları kullanmamalıyız demek değildir; ancak bu, kişinin ilaçları bırakması halinde çoğu zaman eski depresyon haline döndüğü gerçeğini değiştirmemektedir.
Şimdiyse PLOS One’da yayımlanan yeni bir araştırma, bu tür ilaçları kullanmayan depresyondan muzdarip kişilere kıyasla antidepresanların, uzun vadede kişilerin yaşam kalitesini iyileştirmediğini öne sürüyor. Antidepresan kullanımının tekrar düşünülmesi gerektiğini savunan bir dizi çalışmanın en sonuncusu olan söz konusu araştırmada elde edilen bulgulara göre daha iyi terapiler, depresyonun asıl çözümü olabilir.
Her yıl milyonlarca yetişkine depresyon tanısı konuyor
Suudi Arabistan’daki King Saud Üniversitesi’nden farmakoepidemiyolog Omar Almohammed tarafından yürütülen yeni araştırma, antidepresanlardan umduğunu bulamayan kişilere yardımcı olabilir gibi duruyor. Bazı insanların depresyon tedavisine büyük bir katkı sağlayamayan bu ilaçların; kilo alımı, uykusuzluk, cinsel dürtü kaybı ve hatta aniden bırakılması halinde bağımlılığa işaret eden yoksunluk benzeri semptomlar gibi istenmeyen yan etkileri olduğu biliniyor.
Almohammed ve meslektaşları makalelerinde, insanların genel refahını, özellikle de yaşam kalitelerini sadece birkaç aylığına değil yıllarca iyileştirmenin “terapinin nihai hedefi” olduğunu ifade ediyor. Bununla birlikte, antidepresanların bu hedefe ulaşmaya yardımcı olup olmadığına dair şüpheler bulunuyor. Buna göre ilaç endüstrisinin, antidepresan ilaçların etkisiz olabileceğini gösteren pek çok veriyi kendi çıkarları için yıllardır gizlediği iddia ediliyor.
Bu anlayış son dönemlerde azalmış olsa bile antidepresanların çoğu depresif kişiye istediğini vermediği ve bu alanda daha farklı tedavi yöntemlerine ihtiyaç olduğu aşikâr. Bu soruna bir çözüm sunmak isteyen söz konusu yeni çalışmada araştırmacılar da bu sebeple Amerikalıların hangi sağlık hizmetlerini kullandığını izleyen ülke çapında bir çalışmadan elde edilen verileri derledi.
Yaşam kalitesini artırmada antidepresanlar yetersiz kalıyor
2005 ve 2016 yılları arasındaki süreci kapsayan sağlık kayıtlarına göre her yıl yaklaşık olarak ortalama 17 milyon yetişkine depresyon teşhisi konuyor. Bu sayının Hollanda veya Ekvador nüfusuna eşdeğer olduğunu düşündüğümüzde durumun ciddiyeti çok daha açık bir şekilde göze batıyor. Öte yandan bu 11 yıllık veri setindeki insanların yaklaşık üçte ikisinin kadın olmasının ise gerçek hayattaki cinsiyet eşitsizliğinin, ruh sağlığına nasıl yansıdığının bir göstergesi olduğu ifade ediliyor.
Yapılan analizde, antidepresan kullanımının zihinsel bazı gelişmelerle ilişkili olduğu, ancak yaşam kalitesinin fiziksel yönleriyle ilişkili olmadığı bulundu. Başka bir deyişle bu, insanlar psikolojik sıkıntılarının ve refâh seviyelerinin antidepresanlarla düzeldiği, ancak fiziksel sağlık sorunlarının, bedensel ağrılarının ve canlılık eksikliğinin genellikle devam ettiği anlamına geliyor.
Daha da kötüsü, iki yıl içinde antidepresan kullanan kişilerin yaşam kalitesinin bazı yönlerinde görülen olumlu değişiklikler, ilacı kullanmayanlarda görülen değişikliklerden çok farklı değildi. Bu verilerden yola çıkan ekip, doktorlar ve sağlık profesyonellerinin, antidepresanlara başvurmadan önce, bu ilaçların esas olarak insanların yaşam kalitesi üzerinde kalıcı bir etkisi olmaması sebebiyle, hastalarını psikoterapi veya sosyal destek seanslarına dahil etmeyi düşünmeleri gerektiğini kaydediyor.
Antidepresanların terapi eşliğinde alınması en etkili yöntem olabilir
Öte yandan bu çalışma, yeni teşhis edilen depresyon vakaları ile yıllardır duygu-durum bozukluğu ile yaşayan insanlar arasında bir ayrım da yapmıyor. Yani kişiler, depresyon tanısı ve iki yıllık takip verileri olması halinde analize dahil edildi. Bu da, bazı kişiler için bu ilaçların, gözlemlenen iki yıllık süreden önce bir başlangıç etkisine sahip olduğu anlamına gelebilir. Bunun birlikte araştırmacılar, anket verilerine kaydedilmediği için depresyonun şiddetine dair herhangi bir analiz de yürütemediler.
Çalışmanın eksik kaldığı bir başka yön ise iki çalışma grubunun yaş, cinsiyet, etnik köken ve yoksulluk deneyimleri açısından farklı olması olarak öne çıkıyor. Ayrıca ABD merkezli bir çalışmanın bulgularının dünyanın her yerinde, herkes için geçerli olacağını düşünmek de saçma olur; ancak yine de çalışma, diğer ülkelerden modern antidepresanların birçok yönden yetersiz kaldığını öne süren başka çalışmalarla son derece uyumlu.
Tabii bu daha önce de belirttiğimiz gibi “Antidepresanlarınızı derhal çöpe atın” demek değil. Çalışma sadece uzmanların direkt antidepresanlara başvurmadan önce bu ilaçların en iyi şekilde nasıl kullanılacağını ve etkilerin ne derece kalıcı olacağını tekrar düşünmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Dahası, 150’den fazla randomize, plasebo kontrollü çalışmanın 2016 tarihli meta analizine göre, antidepresanların bir psikoterapistin desteğiyle eş zamanlı kullanılmasının, insanların yaşam kalitesini iyileştirmek için sadece ilaç kullanması veya sadece konuşma terapisine gitmesinden daha etkili olduğu belirtiliyor.