Sosyal demokrat heyecan

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, faturasını ödemeyeceğini söylemişti. Beklenen oldu ve Kılıçdaroğlu’nun elektrikleri kesildi. O da bunu bir direnişe çevireceğini, 1 hafta boyunca karanlıkta oturacağını söyledi. Evinin elektriklerinin kesildiği gün, Eşi Selvi Hanım’la birlikte, evlerinin salonunda 6 buçuk dakikalık bir açıklama yaparak direnişine ilişkin bir perspektif çizdi.

Siyasetçilerin genellikle bir masanın ya da bir kürsünün arkasından açıklama yaptığını görürüz. Fakat Kemal Bey’i ve eşi Selvi Hanım’ı bir kanepenin üzerinde görüyoruz. Bu haliyle, kimi kesimlerce tartışılan mütevazı bir görüntü veriyor. Tartışılıyor çünkü “Erdoğan’ın karşısına güçlü görünen lider gerekir” diyenler bu mütevazi görüntünün, muhalefetin kampanyası için doğru olmadığını düşünüyor. Bu görüş ne kadar doğru? Beraber sorgulayalım.

İzleyenleri selamladıktan sonra konuşmasına şöyle devam ediyor;

“Saraylı eşkıya holdinglerin cepleri dolacak diye, halkın elektrik gibi, gıda gibi temel hakları gasp edildi bu ülkede. Elektrik dağıtım şirketlerinin büyük bir bölümünü beşli çeteye verdiler. ”

Bu haliyle bir çatışma zemini kuruyor Kılıçdaroğlu. Bir tarafa saraylı eşkıya holdingler ya da beşli çete olarak tanımladığı şirketleri koyuyor, diğer tarafa geniş halk kesimlerini yerleştiriyor. Böylece küçük bir azınlığı karşısına, geniş yığınları arkasına almayı amaçlıyor. Çatışma zeminini kültürel farklılıklar üzerine kurmuyor, sınıfsal eşitsizlikleri vurguluyor. Kimlik siyasetinin dar kalıbından kurtulmak için “sınıfa” yaslanıyor. Ardından bu beşli çetenin bir üyesi olarak tanımladığı Cengiz Holding’in 8 yılda sadece elektrik alanında kamudan 2 milyar 295 milyon 311 bin TL değerinde 37 ayrı ihale aldığını ifade ediyor.

Denebilir ki, bunu ilk kez yapmıyor, sık sık böyle bir dil kullanıyor, bu sefer ne farklı?

Kılıçdaroğlu buradan hareketle, dünyaya bakıyor. “Girdiğimiz bu çağ öfke çağı, Dünya da aynı girdabın içinde” diyor ve böylece sadece Türkiye’yi değil, dünyayı da sınıflar çatışması ekseninden okuyor. Bu sayade küresel ölçekli bir paradigmanın inşasına girişiyor. İddiasında bir adım daha ileri gidiyor ve dünyanın demokrat muhaliflerine sesleniyor. Bu noktada büyük ölçüde dünyadaki kamplaşmada batıya yakın konumlanıyor. Bir iki cümleyle, otokrasi-demokrasi ikiliği üzerinden bir dünya okuması yaptığı anlaşılıyor. Fakat buradaki liberal tutumu, daha sonra sosyal bir içerik kazanıyor.

“Tüm dünyada zengin azınlıklar, halkların sosyal, siyasi ve çevresel refahını baltalıyor” diye devam ediyor Kılıçdaroğlu. Daha sonra dünyanın en zengin 26 kişisinin servetinin, dünyanın yarısının yıllık gelirine denk olduğu verisini paylaşıyor. Derken, bir adım daha ileri gidiyor ve dış politik eksenine ilişkin de ipuçları veriyor. Şöyle diyor;

“Dünyadaki bütün demokratların, adalet peşinde koşanların, demokrasiyi savunanların da, bu kavgada omuz omuza vermesi gerekiyor. Zengini daha zengin, fakiri daha da fakirleştiren bu sistem, artık miadını doldurdu. Neoliberalizm artık can çekişiyor. Hiç kimse olarak görünenlerin, sıradan insanların öfkesine yenilmek üzere bu neoliberalizm.”

Bir an için bu sözleri söyleyenin kim olduğunu aklımıza getirmesek, İngiltere’de Jeremy Corbin, ABD’de Bernie Sanders olduğuna inanabilirsiniz. Bu haliyle, elektrik faturasını ödememe direnişi, bir paradigmaya kavuşuyor. Çünkü şöyle devam ediyor;

“Artık imkansız gibi görülen düşüncelerin, fikirlerin zamanı gelmiştir”

Oldukça sıradışı değil mi? Bu haliyle, saraylı eşkıya holdingler, beşli çete gibi alışageldiğimiz ve “sıkıcılaşan” ifadeler politik bir bütünlük içinde kavranmış oluyor.

Ardından devletin temel görevlerine ilişkin bazı ilkeler sıralıyor.

“Günümüzde devletler, fakirleşen vatandaşın temel ihtiyaçlarını koruma altına almakla yükümlüdürler. Bu millete yatırımdır. 21. yüzyılda temel ihtiyaç harcamalarına masraf gözüyle bakılamaz, bakamazsınız. Halkın temel hakları da, açgözlü çetelere, holdinglere bırakılamaz. Faturalarını ödeyemeyecek kadar yoksullaşmış. İşe, aşa eğitime dahi ulaşamayan bir toplumdan refah çıkmaz” diyor ve “Dünyada da huzur olmaz” diye ekleyerek dış politik vizyonunu vurguluyor.

Devamında dünya ile Türkiye arasında bağ kuruyor.

“4 milyona yakın abonenin elektriği kesilmiş Türkiye’de. Onların sesi duyulsun diye bu yola girdim. Bu eylemim bir sivil itaatsizlik çağrısı da değildir. Bu bir direniştir, bu sizin hakkınızı arama mücadelesidir. Mücadelem, sizin hakkınızı arama mücadelesidir. Mücadelem ülkenin karanlıkta kalan ailelerine, çocuklarına, ses olmak içindir. Eşimle birlikte 1 hafta boyunca karanlıkta kalacağız.”

Buraya kadar yükselttiği sert ton, burada yerini temkinliliğe bırakıyor. Tüm halka faturalarını ödememe çağrısı yapacak kadar ileri gitmiyor. Onun yerine, daha “az riskli” yolu tercih ediyor. Kimine göre rasyonel.

Devamında ise yine dünyaya sesleniyor.

“(Mücadelem) aynı zamanda dünyanın tüm demokratlarına da bir çağrıdır.”

Ardından, tüm bu anlattığı hikayeye bir imaj katıyor ve liderlik döneminin parladığı Adalet Yürüyüşü’ne gönderme yapıyor.

“Sevgili halkım. Adalet için bu ülkede kilometrelerce yol yürüdüm. Halkımın acısını yaşamak için şimdi karanlıkta oturacağım. Tereddüt ediyor muyum? Asla Asla… Ben ne ağzımda gümüş kaşıkla doğdum ne de sonradan saraylara yerleşip sefa içinde yaşadım. Bu dünyadaki tüm demokratlara sesleniyorum. Onlar da samimiyse, onlar da adalete inanıyorlarsa eğer, halkları için acı çekmeyi, eyleme geçmeyi bilsinler. Adaletsizliğe başkaldırmayı bilsinler.”

Dünyaya ilişkin bu vurgular, anlaşılan o ki, karşılık da buluyor ve Kılıçdaroğlu dünya basınının da gündemine giriyor. Reuters, “Kılıçdaroğlu, potansiyel aday olarak öne çıkıyor” başlığıyla giriyor haberi.

Ardından Erdoğan’a sesleniyor, onu muhatap alıyor. Elektriğe ilişkin taleplerini sıralıyor. Zamları geri alması gerektiğini söylüyor, yoksullara elektrik çekleri verme planından bahsediyor.

Sadede gelelim. Bütünlüklü bir konuşma dinledik Kılıçdaroğlu’ndan. Bu zamana dek muhafazakar yoksul kitlelerin sınıfına değil daha çok kimliğine seslenmeye çalışırdı. Büyük ölçüde merkez sağ bir çizgi bile denebilirdi. Yoksulluğu teşhir etmekten öteye geçmiyordu.

Liderlik döneminin başlarında “Kasketli” fotoğraflarıyla 70’li yıllardaki Ecevit imajı çizdiğinde yarattığı heyecan, parti içi tüm sorunları çözmüş, liderliği artık tartışılmayan bir isim haline geldiği Adalet Yürüyüşü’nde de tekrarlamıştı. Bu heyecanın nedeni neydi? Kılıçdaroğlu bu anlarda neden popülaritesinin zirvesine çıkıyor?

Bu heyecanın tek kaynağı Kemal Bey’in liderlik özellikleri değil. Bu heyecanda en az onun kadar etkili bir diğer neden bir “hasret”… Türkiye siyasetinde uzun süredir görmediğimiz, 12 Eylül’den sonra bir türlü belini doğrultamamış, yer yer denemiş ama bir süredir denemeyi bile bırakmış sosyal demokrat heyecana duyulan hasret. Hele ki bu kriz dönemlerinde eksikliği çok hissediliyor sosyal demokrasinin… Dönemin koşullarının etkisini gözardı etmemek gerekir ama geçmişimizde CHP’nin tek partili dönemden sonra tek başına iktidara oynadığı tek dönem 70’lerdi. Bu yıllarda sosyal demokrasi Türkiye siyasi yelpazesine önemli bir aktör olarak yerleşti. 12 Eylül’den sonra SHP’de yeşermeye çalıştı. Nitekim başarısız da değildi. 1989 Yerel Seçimleri’nin birinci partisiydi. Ecevit’in yüzde 9’la oyları bölmesine rağmen Erdal İnönü liderliğindeki “Sosyal Demokrat Halkçı Parti” yüzde 28,7 oy alabilmişti.

90’larda hareket dağıldı. Baykal da Ecevit de büyük oranda milli güvenlikçi, neoliberal taarruza tümüyle teslim olmuş liderlere dönüştü. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da sosyal demokrasinin kriziydi bu. Sosyal demokratlar, vahşi piyasa saldırganlığına karşı güçlü bir söylem üretemedi. 1980’lerden sonra Sovyetler’in de dağılmasıyla birlikte neoliberalizm açık galibiyetini ilan etmişti. Margaret Thatcher neoliberalizme ilişkin “There is no alternative” (Alternatif yok) diyordu. Şimdiyse Kılıçdaroğlu “Artık imkansız gibi görülen düşüncelerin, fikirlerin zamanı gelmiştir” diyor.

Eğer bu paradigma dahilinde siyaset yaparsa “Kılıçdaroğlu’nun yıldızının yeniden parladığı bir döneme giriyoruz” demek yanlış olmaz. Bu nedenle, “Erdoğan’ın karşısına güçlü lider gerekir” diyerek Kılıçdaroğlu’nun elektrik kesintisi eylemini eleştirmek yeterince yerinde olmuyor. Kılıçdaroğlu, bu kumaşın lideri. “Muhafazakar demokrat” çıkışlarında ışıltısını kaybeden, “sosyal demokrat” çıkışlarında parlayan bir isim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir