Berat Doğan Özkabadayı
Şair ve yazar Ahmet Güneş’in adalet ve bürokrasinin trajikomik taraflarını hicvettiği ilk romanı ‘ViskiRing’, Holden Kitap tarafından okurla buluştu. Roman, politik mülteci Zekai Ahmet Güngör adlı karakterin hikâyesini konu alıyor.
Şiirleri Varlık, Bireylikler ve Hayal’de yayımlanan ve daha önce ‘Göğe Kuşak Lazım’, ‘Devrimci Selam’ ve ‘Saygılarımla’, ‘Cinnetzede’, ‘Panik Seyir’, ‘Her Hayat’ ve ‘Kendime Bir Yer’ kitapları okurla buluşan yazar, ‘ViskiRing’ ile ilk defa bir roman kaleme aldı.
Ahmet Güneş’le ‘ViskiRing’i konuştuk.
Attila İlhan, “Her yazarın ikinci romanı aslında ilk romanıdır. Çünkü yazar ilk romanında kendi hikâyesini anlatmaktan kendini alamaz” der. ‘ViskiRing’ romanında Ahmet Güneş’in öz yaşamı ile bağdaşan büyük bir kısım olduğu fikrimi Attila İlhan’ın bu saptaması üzerinden değerlendirmek gerekirse neler söyleyebilirsiniz?
Kuşkusuz kendimden aktardığım, tanık olduğum olaylar var bu romanda. Yine aynı şekilde kurguladığım veya yazarken aklıma gelen kişiler de oldu. Yazarken hem kendime yaklaşıyordum hem de uzaklaşıyordum bazı bölümlerde. Bu yüzden hikâye hem benim hem de benim dışımda kalan herkesin. Attila İlhan’ın bu saptaması yerinde ve devamı da var; İnsan bir ömür boyu kendini yazabilir, yazmış da. ‘ViskiRing’i yazmadan önce bir roman yazmıştım ve orada kendi hikâyem fazlasıyla vardı. Kurguya başvurdum bu yüzden ama içinden çıkamadım. Zaten içime sinmediği için de bu romanı yazdım. Bu anlamda ‘ViskiRing’ benim ilk romanım sayılmaz ama bundan sonra da kendi hikâyelerimi yazmak istiyorum.
‘ViskiRing’ ile çıktığımız yolculuğun derinlerine inecek olursak, kahramanımız ‘Zahmet Güngör’ ve yaratıcısı, bir yere varmak için mi gidiyordur yoksa sadece gidiyor mudur? Bir diğer deyişle sizin için önemli olan yolda olmak mıdır yoksa varmak mıdır?
Bu kitap okuyana yoldaş olsun istedim. Yol mefhumu, şiirde ve romanda üzerinde durduğum, neredeyse dilimden düşürmediğim bir olgu. Ben hayatım boyunca gitmeyi sevdim hep. Bu gitmek, kaçmayı da kovalamayı da kapsıyor. Ne olursa olsun insan gidendir. Bir diğeri de yolun insana öğrettikleridir. İnsan kendine varır, bir diğer anlamıyla da kendinden kaçmayı da hesaba katar. Ben insanın yolda daha bir insan olduğunu düşünüyorum. İki kişiyi de düşünürsek, yan yana yaptığı yolculuk onları daha bir yakınlaştırır.
Zahmet Güngör’ü bir yolculuğa çıkardım ama açıkçası bir pusulası yoktu. Hatta tahliye etmek yerine, yolda ringin içinde çıkan bir yangınla ölmesini bile diledim. Sonra nedense vazgeçtim. Yolda olmak, varmaktan ötedir benim için çünkü yol değişir, değiştirir.
‘BU KİTAP BİR YOL HİKÂYESİ’
Ağırlık olarak gözlem, iç hesaplaşma, tespit, iğneleme ve sayıklamalardan oluşan ‘ViskiRing’, belli başlı yerlerde William Genazino romanlarını anımsattı bana. Bu şekilde ilerleyen bir romanda okuyucunun hikâyeden kopmamasını sağlamanın büyük bir ustalık gerektirdiğini düşünmekle beraber, bir noktadan sonra o ring aracının içerisinde şehir şehir gezdiğimi hissetmeye başladım. Bu bir yöntem midir? Yöntemse eğer püf noktaları nedir?
Genazino’yu maalesef geçen sene ancak okuyabildim. Çok da sevdim oradaki insanlık hallerini ve yazarın kalemini. Benzemek güzel oldu, hoşuma da gitti ukalalık olarak anlaşılmayacaksa.
Bu kitap bir yol hikâyesi ve okuru da dolaştırsın isterim. Diyaloglardan biraz kaçındım çünkü yazar ister istemez gevezeliğe düşer metinde. ‘ViskiRing’i yazarken en çok korktuğum şey buydu. Diğer karakterlerin gözlemi daha önemli geldi bana. Bile isteye yaptığım bir yöntem değildi aslında ama sonuçta amatör ruh her zaman yeniye yakındır. Hiçbir dalda profesyonel olmak istemem ve didaktik metinler başka bir kapatılmaya kapı açıyor. Bu yüzden yöntemden öte, dil ve form olarak sürekli mizahla kendime yol açmaya çalıştım. Zahmet mizahi bir yolda gitti hep.
Kimilerinin bildiği, kimilerinin bilmek istemediği, kimilerinin ise hayatının temelini oluşturan bürokratik açmazlar ‘ViskiRing’ ile oldukça sert, aynı zamanda mizahi bir dille hicvedilerek devletin ipliği pazara çıkarılıyor. Bu pencereden bakacak olursak ViskiRing kimlerin sesi olmuştur, kimler adına konuşmuştur?
Genelde hafızayı, yani olanları egemenler yazar. Ben de buna bu romanla itiraz ediyorum. Kendi hikâyemizi kendimiz yazmalıyız. En başta kendi adıma konuştum ama ses veren olursa beraber bağırıp çağırabiliriz her yerde. Okuyan öfkelensin isterim, yine aynı şekilde gülsün de. Dışlanan, dışarıda kalan kim varsa, bu kitap onlarındır.
Romanda Antonin Artaud, William Blake, Samuel Beckett gibi yazarlardan birtakım alıntılar var. Bu yazarların (varsa ekleyecekleriniz ile birlikte) hayatınıza, edebiyatınıza, yazarlığınıza olan katkısından bahseder misiniz?
Tabii ki Dostoyevski, illaki Tolstoy diyebilirim en önce. Samuel Beckett, James Joyce, Edgar Alan Poe, Gustave Flaubert, John Fante, Rainer Maria Rilke, Henry Miller, Antonin Artaud, Sadık Hidayet, Michel Foucault, Walter Benjamin ilk aklıma gelen ve yazarlıktan öte beni bir okur olarak çok etkilemiş isimler. Her birinin benim üzerimde emeği var, bu kitapta da bu saydıklarımın emeği çok. Halen de yeni okuduklarımdan etkileniyorum.
‘Zahmet Güngör’, ya uyumuyor ya uyukluyor ya da tilki uykusuna dalıyor. Bu bana Jean-Paul Sartre’ın Duvar öyküsünü anımsattı. Bu öyküde, sabah idam edileceğini bilen karakterimiz son gecesinde uyumayı reddederek, ‘yaşam’ın yakasına yapışıyor. Peki, ‘Zahmet Güngör’ neden uyumuyor?
Evet, uyutmuyorum çünkü senin de dediğin gibi bir şeylerin yakasına yapışmış. Bu yapışma hali, bu hiç uyumama en çok ona yakışır. Tekinsiz bir ortamda ve kendisiyle yalnız kalmaktan da korkuyor. Bu yüzden uyumak ona yakışmaz. Bir diğeri de, insanın tekinsiz yanını vurgulamak istedim. Gerçek manada insan tekinsiz bir varlık. Günümüz insanı zaten farklı nedenlerle de olsun hep tedirgin ve merak içinde uyur. Zahmet de tekinsiz bir ülkede yaşayan, tedirgin bir insan evladı, bu yüzden uyumayı ona yakıştırmadım. Nihayetinde bir devrimci ve güvenmediği bir sistemin kapanında. Sürekli çıkacağını da düşünüyor, neredeyse emin.
”VİSKİRİNG’ ÇOK MÜSTEHCEN BİR ROMAN’
Yönetmen Michael Haneke verdiği bir röportajda, “Ne zaman dehşet uyandıracak bir şey göstermek zorunda kalsam uzaktan çekiyorum. Acının yakından gösterilmesi bence müstehcendir” diyor. ‘ViskiRing’in, geniş kitlelerin uzak kaldığı dehşet uyandırıcı meseleleri yakından gösteren ‘müstehcen’ bir roman olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu tespite katılıyorum. ‘ViskiRing’ çok müstehcen bir roman çünkü hayatın kendisi müstehcen bence. Okuyanın da bu müstehcenliğe eşlik etmesi gerekiyor. Bazı yerler çok sert, bazı yerler rahatsız edici. Ama hayatı yazıyorsam, hayatın içinde olanı yazıdan esirgeyemem. Bu açıdan baktığımızda tüm açıklığıyla, müstehcenliğiyle üstümüze üstümüze gelen bu hali yazı ile bırakmak istedim. Kötü mü ettim, daha sonra yadırgar mıyım bilmiyorum. Sert metinleri seviyorum, onlar olmasa şimdiden daha sert iki yüzlülüğe maruz kalırız. Herkes yaptığından şüpheli, herkes yaptığına yabancı. Bize yakınlık, açıklık ve çıplaklık lazım, hem de daha çok.
‘Viskiring’ ilk ve tek roman olarak mı kalacak?
Keşke böyle bir şey olsaydı… Maalesef yeni roman veya romanlar olacak. Yarım bıraktığım, halen üstünde çalıştığım romanlar var. Hayal ettiğim kitaplar da var. Yani ‘ViskiRing’ ilk olmayacak, devamı da gelecek.
Romanda en beğendiğim noktalardan birisi de deliler oldu. Peki bu coğrafyanın asıl delileri kimlerdir? Bir ring aracının içinde hangi delilerle yolculuk ediyoruz, nereye gidiyoruz?
Ring boyunca ortaya çıkan, bir yerden bir yerlere giden tüm karakterler yani deliler aslında bu çağın kahramanları. İnsan gündelik hayata bakınca deliliği ve aklı başka türlü düşünüyor. Kapatılan insanlar bizleriz. Bugün binlerce insan ipe sapa gelmez nedenlerden dolayı cezaevlerinde. Zalim bir insan evladı hiç karşılaşmadığı bir insan için, tüm çevresi için bir karar veriyor ve bunların hepsi yasal. Ama diğer taraftan bu düzene, bu sistemin aklına küsenler ve başka yollar arayanlar mühürlenip kafesleniyor. İşte burada akıl kıstas aramıyor. Geçmişte ve günümüzde manyak despotlar izaha gerek duymadan ve yasalar bularak dünyanın sonuna koşabiliyor.
Diğer taraftan ise delilik her zaman ilgimi çekmiştir. Benim doğum büyüdüğüm ilçede, Mardin Derik’te delilerin heykelini yapmışlar. Günümüz insanı deli dediğinden kaçarak kendi hapishanesini kuruyor. Devletlerin, iktidarların hedefi de bu. Romandaki deliler yol arayan yolcular. Günümüzün devrimcileri ise itiraz eden, isyan eden, direnen her kesim. Kürtler, kadınlar, Aleviler, öğrenciler, işçiler, LGBTIQ+ bireyler, çocuklar ve birçok kesim. Bu dünyanın aklına küsenleri de seviyoruz, bu dünyanın aklını lağvetmek isteyenleri de.
Ahmet Güneş’in şair ve romancı kimliğini ele alacak olursak hangisi daha baskın çıkar? Böyle bir ayrımı doğru buluyor musunuz?
Şiir benim her zaman ilk göz ağrım. Onu bırakmak istemiyorum, o da beni bırakmasın lütfen. Roman ise çok farklı bir deneyim ve ben bu roman yazarlığında henüz yola çıkmış biriyim. Bu yolda da yürümek isterim. İkisi ayrı disiplinler olduğu için ve birbirini beslediği için keskin ayrımlardan kaçarım. Roman yazarken bol bol şiir okudum, şiir yazarken de roman okuyorum. Beraber yürümeye başladık bence. Roman, şiir ve ben. Yol arkadaşlığımızda bakalım kim yorulacak ya da kendi yolunu bulacak. Ben de merak ediyorum.
Kitabı okuyanlardan aldığınız tepkiler, geri dönüşler nasıl ?
Kitabı okuyanlar tamamen kurguya yer bırakmayacak şekilde gerçek sanıyor. Bu şu anlama da geliyor aslında, kurgu da gerçeğe dahil ve anlatılan olaylar bu ülkede yaşandı ve yaşanıyor. Gelen yorumlarda gülen de oluyor, öfkelenen de. Üzüntü duyan da var.