Anlatanadam ismini giderek daha fazla duyuyoruz. Çok yönlü bir komedyen olan Anlatanadam’ın stand-up gösterisinin yanında Rabarba adlı bir radyo programı ve Meksika Açmazı adlı bir de podcast yayını var. Zaten birini dinleyen/izleyen diğerlerini otomatik olarak takip etmeye başlıyor.
Stand up’çılarla gerçekleştirdiğimiz röportaj serisinin bu haftaki konuğu Anlatanadam. Kendisiyle komediyi, stand-up kültürünü ve baskıları konuştuk.
Sahneye ilk çıktığınız günü bizimle paylaşır mısınız? Heyecan da mutlulukla beraberdir diye soruyorum; “Artık bunu yapacağım” demeye nasıl başladınız?
Sahneye ilk çıktığım gün, on küsur sene önce Bloomberg HT’de yayınlanan “Stand Up Comedy” programındaki ilk çekim günüdür. Bu işe başlamak için yanlış bir yer ve yanlış bir zaman olduğunu şimdilerde düşündükçe çok iyi anlıyorum. Süper tecrübesiz, mevzuya kafa yormamış, bu işi profesyonelce düşünmeyen bir haldeymişim. Anlatma güdümün kurbanı olmuşum sanırım. Stand-up, çok sağlam bir matematik gerektiriyor. Anlatmayı planladığınız şakaların zamanlaması, bir cümle önce, bir kelime sonra söylenen sözler gecenin akışını değiştiriyor. Ben o ilk gün çıkıp bodoslama bir şeyler anlatmışım. Şimdi olsa asla o şekilde yapmazdım.
Artık doksan dakikalık oyunuma on beş dakikalık yeni bir set koyup, var olanı değiştirmeye çabalıyorum. Yeni setin yazılıp çizildikten sonra çeşitli sahnelerde en az sekiz, on kere oynanması gerektiğini ve her oyundan sonra seyirci reaksiyonlarına göre ince ayar düzenleme ihtiyacı duyulduğunu biliyorum. Stand-up, sadece anlatıp geçme yeri değil, çok fazla kafa yormak, çok denemek, çok yazıp çizmek gerekiyor.
“Ben artık bu işi yapacağım” demeye çok sonraları başladım. İlk sahneye çıkışımla, profesyonel komedyenlik kariyerim arasında komedyenlik yapamadığım yedi yıl var. O arada başımdan geçenler de başka bir röportajın konusu, bir değil iki kitaplık fantastik olaylar.
‘BEN HER ZAMAN BİR ANLATICIYDIM’
Gösterinizde kadın-erkek ilişkilerinden aileye, sosyal medyadan insanın o tuhaf hallerine kadar pek çok konudan bahsediyorsunuz. Bunlar da, başımıza gelince sinirlendiğimiz fakat anlatılınca komik olan şeyler genelde. Peki modern insan kendini alaya alarak mı var olabilir sizce?
İnsanoğlunun kendini alaya alarak var olması gibi bir felsefe benim için çok ciddi bir konu. O kadar felsefi yaklaşmıyorum mevzulara. Yaşanırken ciddi ve sinir bozucu ama bir zaman sonra anlatırken komik gelen olaylar bütününe hayat diyoruz bence. Bunları anlatarak kendi de olayların üstünden bu şekilde gelen, rahatlayan ve etrafına neşe saçan insanlar var; bir de yaşadığı günlük sinir bozucu mevzuları fazlaca kafaya takanlar. Yere düşünce gülmekten kalkamayanlarla, kendine gülenlere sinir olup isimlerini kafasına yazanlar gibi. Bence bu, yapı meselesi.
Ben her zaman bir anlatıcıydım, hani ünlü şarkıcıların, “Ben çocukken annemin saç fırçasıyla şarkı söylermişim” dediği gibi. Mezunu olmaktan gurur duyduğum BAL yıllığımda da elimde mikrofonla birilerine bir şeyler anlatırken bir karikatürüm var. Komedyen olmadığım yıllarda da o şekilde resmetmiş arkadaşlarım beni. Anlatmak ve anlatırken kendi can sıkıcı mevzularıma gülünmesini sağlamak, benim günlük olayları ve stresimi atlatma biçimim sanırım.
‘STAND UP ÇOK BİREYSEL VE YALNIZLIK İÇEREN BİR ALAN’
Tek kişilik stand-up’ınızın yanı sıra Mesut Süre ve Rabarba ekibiyle yaptığınız bir radyo şovu, Meksika Açmazı adlı bir podcast yayınınız ve Kolay Mı Zor Mu adında bir de yarışma programınız var. Komediyi bireysel ve ekip işi olarak ikiye ayırırsak eğer, kendinizi nereye daha yakın hissediyorsunuz? Her ikisinin de avantajları, dezavantajları nelerdir?
Mesut Süre başta olmak üzere tüm Rabarba ekibiyle çok eğleniyorum. Zehir gibi bir ekip, her birinin çok değişik ve son derece hızlı çalışan kafa yapıları var. Rabarba, 15 yıllık dinleyicisiyle, üreticisiyle bir kültürdür. Birisi “Biz Rabarbacıyız” diyorsa artık birilerine bir şey ifade ediyor. Şakadan anlarız, hızlıyız, olaylara kafamız basar evelallah diyor yani!
Meksika Açmazı bambaşka bir mizah seviyesi. Mesut Süre ve Fazlı Polat’la ara sıra bizim de şaşırdığımız bir elektrik yakaladık. Birbirimize mizah olarak yakınız, iyi de arkadaşlarız ama yapı olarak oldukça farklıyız. Bu farklılıkları ve tatlı kontrastı Meksika Açmazı kaydederken istemsiz kahkahalarımızla kendimiz de o anda fark ediyoruz. Bu samimiyet de sanırım dinleyiciye geçiyor ki altı ay gibi kısa bir sürede Türkiye’nin en çok dinlenen mizah içeriği konumuna geldi. Çok zeki insanlarla ve özellikle komedyenlerle bir arada olmak insanın beynini diri tutuyor, alışkanlık yapıyor ve başka ortamlarda eksikliğini hissettiriyor.
Stand-up ise çok bireysel ve hatta yalnızlık içeren bir alan. Sahnede stand-up yaparken, o kalabalığın karşısında, kendimi daha mutlu hissettiğim bir yer olmadığını düşünüyorum. Fakat alkışlar bitip, selfieler çekilip, otel odasına döndüğüm ve kanımda hâlâ yüksek seviye adrenalinle, televizyonda başka ilginç bir şey olmadığı için haber kanalı açıp izlemek zorunda kaldığım turnelerin gecesinde, içimde büyük bir yalnızlık hissi oluşuyor. Bu abartılı cümlelerim sadece bana ait değil, neredeyse tüm turne yapan stand-up’çı arkadaşlarım benzer cümleler kurarlar. O yüzden kumpanya işler çok daha eğlenceli oluyor. Özellikle bizim ekiple hem çalışıyor hem de müthiş eğleniyoruz. Fakat her şeye rağmen stand-up sahnesinde tek başına olmanın verdiği o meydan okumalı, yüksek oktan heyecanlı hissini başka hiçbir şeye değişmem sanırım.
Komedinin tarihsel olarak dönüştürücü bir yönü de mevcut. Bazen kimsenin konuşmak istemediği, çeşitli sebeplerle eleştirmeye çekindiği konuları, komedi farklı yönlerden tutarak gündeme taşır ve tartışmaya ön ayak olur. Biraz da bundan bahsedelim mi?
Eleştiriye çok kapalı bir dönemdeyiz. Sadece bizim memleketimizde değil, dünyada da böyle bir hava esiyor. Özgür fikirler her zamankinden daha sert eleştiriliyor. En özgürlükçü toplumlarda bile ofansif şakalar yapan komedyenler tu kaka ilan ediliyor. O özgür toplumların o sert komedyenleri bile, sahnelerde bir önceki gösteride yaptıkları şakaları açıklarken buluyorlar kendilerini. Bizler ise, bu memleketin sihirbaz komedyenleri, kimsenin konuşmak istemediği konulardan bahsedemiyoruz yalan yok, havadan sudan bahsediyoruz. O yüzden bir nevi sihirbazlık diyorum yaptığımız işe. Herkesi başka tarafa baktırırken söylemek istediğimizi söylemeye çalıştığımız için. Kimse sonuçlarına katlanmadan istediği gibi konuşamadığı için, herkesin gördüğü ama fark etmediği küçük detaylardan, seyircinin duyunca şaşırdığı, sahnedeki adamı zekasıyla takdir ettiği minik ve önemsiz olaylardan bahsediyoruz.
Ne yapsam da yapsam, bazı konular hakkında gerçek fikirlerimi söylesem ama bu arada mesleğimden olacak kadar linç, ailemden olacak kadar ceza yemesem diye düşünüp duruyorum ben şahsen. Oyunumun ikinci yarısında bu konularla başlıyorum artık. Ne olacaksa olsun kafasıyla değil, illüzyonist bir yaklaşımla tasarlanmış, suya sabuna dokunan fakat ince gören bir tavırla. Öyle söylerken böyle demek isteyen, laps diye söyleyemediği için etrafından dolanan, mizahın eleştirisel yönünü kullanan ama hedef göstermeyen bir yaklaşımla. Daha özgür bir devirde yaşamayı ve gümbür gümbür konuşmayı isterdim. Maalesef tek başına bir mizahçı ve hatta tek başına mizah, bu değişimi gerçekleştirecek güçte değil. Herkesin bu özgürlüğü delice istemesi lazım.
Tabii bir de eli meşaleli insanlar var: Üstelik sadece muhafazakârlar değil, kendilerini muhalif olarak tanımlayan kesimler de bu linç kültürüne ortak oluyorlar ve ortaya eski, eski olduğu kadar da güncelliğini yitirmeyen, “Her şeyin mizahı yapılmaz” diye bir laf çıkıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu “Her şeyin mizahı yapılmaz” cümlesi, mizahın ve sonucunda insanın en büyük düşmanıdır. Neyin mizahının yapılacağına birileri karar vermeye başladığında, hiçbir şeyin mizahının yapılamayacağı bir gün gelir. Muhalif olmakla övünen ve daha özgürlükçü olduğunu iddia eden bir kesim de kendine dokunan konular söz konusu olunca engizisyon mahkemesini kuruverdi. Çok yakın zamanda hepimiz şaşırmadan ama hayal kırıklığıyla takip ettik. Muhafazakârıyla, muhalifiyle her şey herkese bir yerinden dokunuyor. Eskiden de böyleydi, sadece sesler bu kadar duyulmuyordu, bu linç herkesin gözü önünde ve bu sıklıkla gerçekleşmiyordu. Zaten medya olarak sadece televizyon ve üç beş kanal varken o kanallara çıkıp şaka yapmak herkesin harcı değildi. Çıkabilen ve kendi programını yapabilen insan sayısı doğal olarak çok azdı. Onlar da türlü sebepten ve bu konumlarını koruyabilmek için son derece dikkatliydiler. Fakat buna rağmen ağızdan çıkan en ufak bir söz ya da ana akım medyada yapılan değişik bir şaka ciddi sonuçlar doğurabiliyordu. En basitinden, ufacık bir skeçteki küçücük bir şaka yüzünden, şakadaki söz konusu meslek birliği hemen televizyonlara ve gazetelere yazılı kınama yollamıyor muydu? Ekmek şakası yapınca unculardan, hastane şakası yapınca sağlık çalışanlarından, eğitim şakası yapınca eğitim sendikalarından kınama almadı mı televizyon komikleri? Biraz daha ileri giden bazı sunucuların kariyerleri bitmedi mi?
Hep böyleydi ama göreceli olarak azdı. Şimdi bu durumların pik noktasındayız. Artık herkesin elinde bir meşale, nereyi tutuşturacağını bilmiyor, illaki tutuşturacak da bekliyor. Herkesin hassas olduğu bir nokta elbet var ya, o da yakacak bir yerleri, birilerini. Sadece zaman meselesi…
‘STAND UP KÜLTÜRÜ HIZLI GELİŞİYOR’
Stand-up komedi ülkeye, kültüre göre çeşitli farklılıklar gösteriyor. Buradan hareketle Türkiye’deki stand-up kültürünü nasıl yorumlayabiliriz? Yoksa fark ülkede değil de komedyenlerde mi?
Türkiye’deki stand-up kültürü yeni ama hızlı gelişiyor. “Ben de sahneye çıkarım” diyen genç arkadaşlar kalabalıklaşıyor. Bu artış, sanılanın aksine rekabeti körükleyen değil sektörü büyüten gelişmeler. Ne kadar çok stand-up’çı olursa o kadar çok izleyici olur bir zaman sonra. İzleyici çok olursa buna yatırım yapan mekânlar artar. Mekânlar çoğalırsa sektör büyür ve herkes sadece bu işi yaparak geçimini sağlayabilir. Biz ülke olarak bu işin başındayız. Yirmi küsur yıldır bu işi en iyi şekilde yapan Cem Yılmaz, tek başına bir sektörü büyütemez ve geliştiremez. Yüzlerce, binlerce insanın bu işe heves edip, farklı şekillerde taşın altına elini koyması gerekir.
Seyirci de izleye izleye öğreniyor. Onlar da kültürün bir parçası oluyor. Amerikan seyircisi gibi “vuhuuuuu!” diyerek bağırarak alkışlamaz bizim seyircimiz komedyeni. Hele özellikle tanımadığı, henüz tolerans hissetmediği genç bir komedyense, kendini kasarak temkinli yaklaşır, ilk dakikalarda kahkahasını esirger. Bunlar da aşılıyor zaman içerisinde. Stand-up seyircisi diye bir kavram oluşmaya başladı bazı şehirlerde artık. Şehrine kim gelirse gelsin, gidip izlemek istiyor. Stand-up komedyeninin sahneye çıkıp o anda aklına gelenleri doğaçlama olarak anlattığını sanan seyirci azaldı artık. Bunun tek kişilik bir oyun, bir metin işi olduğunu, o metnin uzun süreli bir emek ve çalışma sonucu mükemmelleştiğini bilen ve kıymetini anlayan, iyisiyle daha az iyisini ayırt edebilen pırıl pırıl bir kitle var ve bu kitle gittikçe büyüyor.
Yakınlardaki gösteri takviminizi bizimle paylaşır mısınız?
Anlatanadam Stand-Up Special olarak Mayıs 2022’den itibaren, her ay olduğu gibi İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve ek olarak Adana, Antalya, İzmit oyunları olacak. Fakat nisan ayında önceliğimiz Meksika Açmazı turnesi. BKM Mutfak Organizasyon’la birlikte, 10 ayaklı bir turnedeyiz bu iki ay boyunca. Bazı oyunlarda yer kalmamış, bazısında pek az yer kalmış olmakla birlikte; 15 Nisan Cuma İstanbul Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde ve 29 Nisan Cuma İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’ndayız.
Tüm Meksika Açmazı dinleyenlerini bekleriz.