Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr – Anoreksiya nevroza, ergenlik döneminde ve genç kızlarda sık görülen bir yeme bozukluğu. Bu yeme bozukluğunun temeline inildiğinde mükemmeliyetçi ve obsesif kişilik yapılarının ön plana çıktığı belirtiliyor. Bu kişilerin anksiyetesi yüksek, gergin, değersizlik duyguları baskın, içe dönük kişilik özellikleri sergilediklerini söyleyen uzmanlar, anoreksiya nevrozayı tüm psikiyatrik hastalıklar içinde en ölümcül olanı olarak tanımlıyor. Bu hastalığın davranışsal belirtileri arasında kalori saymak, öğün atlamak, yiyecekleri saklamak ve yavaş yemek yemenin yanı sıra yediklerini veya daha sonra yiyeceklerini söylemek yer alıyor. Kilo kaybına ek olarak uykusuzluk, kabızlık, şişkinlik, üşüme hissi, saç dökülmesi ve el, yüz ve ayaklarda şişme de ortaya çıkabiliyor.
11 YILI HASTANELERDE GEÇTİ
8 yaşından bu yana anoreksiya ile mücadele eden İngiliz TV yıldızı Nikki Grahame, geçen yılın nisan ayında 38 yaşındayken hayatını kaybetti. Nikki öldüğünde vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesi ile hesaplanan vücut kitle indeksi (BMI) sadece 10’du. Sağlıklı bir kadın için bu değerin 18.5 ile 24,9 arasında olması gerektiği düşünülürse, bu değer oldukça ürkütücü. 2006 yılında ‘Big Brother’ yarışmasında yer alan Nikki, yarışmayı beşinci olarak bitirmesine rağmen programın en tanınmış kişilerinden biri oldu. Nikki Grahame yarıştığı süre boyunca çocuklukta başlayan anoreksiya sorunu sebebiyle 11 yılının nasıl hastanelerde geçtiğini tüm izleyicilere açıklıkla anlattı.
‘RESTORANA GİTMEYİ REDDETTİĞİNDE ANLADIM’
Birinci ölüm yıl dönümünün öncesinde konuşan Nikki Grahame’in annesi Sue, kızının 8 yaşında Anneler Günü’nde bir restorana gidip oturmayı reddettiği gün, bir şeylerin yolunda gitmediğini anladıklarını dile getirdi. O gün yeme bozukluğu belirtileri göstermeye başladığını söyleyen acılı anne, bu anları gözyaşları içinde aktardı.
Anne Sue bunun bir başlangıç olduğunu, kızının daha sonra içine kapanıp büyük bir düşüşe geçtiğini söyledi. Bunun 32 yıllık uzun bir yolculuk olacağını bilmediğini aktaran anne, “Kızım merdivenleri çıkamıyordu, bunun yerine dizlerinin ya da ellerinin üzerinde emekliyordu. Yetişkin olmasıyla durum daha ha zor olmaya başladı. Artık onun sağılığı üzerinde çok fazla söz hakkım kalmamıştı” dedi.
‘ÖLMEDEN BİR GECE ÖNCE ÇOK YORGUN OLDUĞUNU SÖYLEDİ’
Kızının hastanede yatarken her zaman yanında olan Sue, kızının taburcu edilmemesi gerekirken hastaneden eve gönderildiğini söyledi. Annesine yürüyerek tuvalet gidebildiğini ama çok yorgun olduğunu söyleyen Nikki ise o gece hayatını kaybetti.
BU BELİRTİLER VARSA DİKKAT!
Türkiye’de de özellikle çocukluk ve ergenlik dönemlerinde sıklıkla karşılaşılan anoreksiyanın oldukça tehlikeli olabileceğine değinen Uzman Diyetisyen Olcay Barış, birkaç hafta/ay içerisinde hızlı ve fazla kilo kaybı, zayıfken bile kısıtlayıcı diyete devam etmek, yiyeceklere, kalorilere, yemek pişirmeye karşı oldukça fazla ilgi duymak, kilo almaktan aşırı derecede korkmak, normal kilonun altında bile kendini kilolu hissetmek, kendi vücut ağırlığı ile alakalı değersiz olduğunu düşünmek, depresyon, huzursuzluk, kadınlarda adet dönemi düzensizliği gibi hastalığın temel belirtilerine dikkat çekti.
‘AİLENİN TEDAVİ SÜRECİNE KATILIMI ÇOK ÖNEMLİ’
Anoreksiya nervozanın özellikle son zamanlarda giderek yükselişe geçmesinin toplum sağlığı açısından bir risk oluşturduğunu söyleyen Olcay Barış, “Son zamanlarda yeme davranışı bozukluklarının Türkiye’de de toplumun daha geniş kesimini etkilediğini görüyoruz. Özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde başlayan yeme bozuklukları gelişiminde, genetik yatkınlıkla birlikte ailevi ve toplumsal baskıların, katı kurallar ve davranışların, sosyal ve kültürel değişimlerin önemli rol oynadığı biliniyor” dedi.
Yeme bozukluğunun nasıl tedavi edildiğine de değinen Barış, tedavinin hekim, psikolog/psikiyatr ve bu konuda uzman bir diyetisyen eşliğinde multidisipliner bir şekilde olması gerektiğine vurgu yaparak şunları söyledi:
“Aile ile iş birliği ve ailenin tedavi sürecine doğru katılımı çok önemli. Tıbbi beslenme tedavisi bu noktada kilit rol oynuyor. Tedaviden sorumlu olan diyetisyen doğru beslenme ilkelerini uygulamalı, ekip içinde yer alan diğer profesyonellerle tedavi planını, uygulamalarını ve elde ettiği sonuçları paylaşmalı.”
‘ÇOCUKLUKTA GİDERİLMEYEN İHTİYAÇLAR YOL AÇABİLİYOR’
Yeme bozuklukları dışarıdan bakıldığında ilk etapta yeme-içme ile ilgili görünse de altında birçok psikolojik problemi de barındırabiliyor. Kişinin yaşadığı yoğun duygudurumlarında yemek tüketiminin kontrolden çıkması aslında yaşadığı durumun aksine kendisine ödül verme çabasından kaynaklanıyor. Yani kendisi için bir kaçış noktası olarak yemek tüketimini kullanıyor. Yeme problemi olan bir yetişkinin altında yatan nedenlere ulaşmak için çocukluk dönemini kapsayan bir değerlendirme yapılması gerektiğini söyleyen Uzman Psikolog Enes Çelik, “Çocukluk döneminde giderilemeyen ihtiyaçlar yeme bozukluğu olarak karşımıza çıkabiliyor. Kişi çocukluk yıllarında gideremediği ihtiyaçlarını telafi etmek istercesine aşırı yemek tüketimini bir telafi aracı olarak kullanabilir. Ayrıca günlük yaşamda karşı karşıya kaldıkları yalnızlık, depresyon, başarısızlık, sevgi yoksunluğu, yüzleşmekten kaçınılan durumlar veya yoksunluk krizleri gibi nedenler duygusal kaynaklı yeme bozukluklarını tetikleyebiliyor” açıklamalarında bulundu.
‘SOSYAL MEDYA İNSAN DAVRANIŞLARI ÜZERİNDE ÇOK ETKİLİ’
Günümüz dünyasında sosyal medya insan davranışları üzerinde oldukça etkili bir rol oynuyor. Yoğun etkileşimin sağlandığı sosyal medya platformlarında popülerlik kaygısı birçok problemli yaklaşımın kısa bir sürede yaygınlaşmasına da neden oluyor. Beden algısı üzerinden oluşturulan manipülasyonlar ve düzensiz beslenme alışkanlıklarına yönelik teşvikler yeme bozukluğuna zemin hazırlayabiliyor.
Kişinin yaşam kalitesini ve sağlığını bozan önemli bir duygudurum bozukluğu olarak tanımlanan yeme bozukluğunda tedavi sürecindeki ilk hedef kilo vermek ya da kilo almak şeklinde planlanırsa olumlu sonuç alınmasının mümkün olmayacağının altını çizen Enes Çelik, “Tedavi sürecinde önce problemin altında yatan sebepler uzman bir psikolojik danışman tarafından araştırılmalı. Gerçekleştirilen seansların analiziyle birlikte veriler değerlendirilmeli. “Kontrol edilemeyen yeme isteği hangi yiyecekler için geçerli, günün hangi saatinde yeme davranışı kontrol edilemiyor, yeme davranışı sırasında zihinden geçen olumsuz düşünceler neler, günlük rutinin hangi evresinde yeme davranışı kontrolden çıkıyor gibi sorularla problem ile ilgili farkındalık yaratılması sürecin sağlıklı ilerlemesini sağlayacaktır” sözleriyle tedavi süreci hakkında bilgiler verdi.
Çocuklarda görülen yeme bozuklukları genellikle seçici yeme ya da az yeme şeklinde görülüyor. Seçici yeme davranışı belirli besin gruplarını reddederek yeni denemelere karşı direnç geliştirilerek oluşturuluyor. Çocuklarda yeme ile ilgili problemlerde öncelikle fizyolojik bir sebep olup olmadığının öğrenilmesi gerektiğine dikkat çeken Çelik, “Fizyolojik temelli bir yeme bozukluğu yoksa psikolojik sebepler araştırılmalı ve müdahale yöntemleri uygulanmalı. Çocuklarda var olan yeme bozukluklarının anlaşılması için normal yeme alışkanlığının süreci hakkında gerekli bilgiler toplanmalı. Anne sütünden katı gıdaya geçiş sürecinde yaşanan olumsuzluklar, olumsuz ebeveyn tutumları, çocuğun mental durumunun iyi olmaması, duygudurum bozuklukları ve teknoloji aracılığıyla yemek alışkanlığının sürdürülmeye çalışılması yeme bozukluklarının nedeni olarak gösterilebilir” dedi.
‘YEMEK ESNASINDA EKRANLAR KAPATILMALI’
Kendini ifade edemeyen çocukların duygularını yeme alışkanlıklarıyla ortaya koyabildiğini, bu sebeple çocukların duygularını ifade etmesine fırsat sunulması gerektiğinin önemi değinen Enes Çelik, bunun da en kolay yolunun evde geçirilen zamanlarda günün birlikte değerlendirilmesi olduğunu dile getirdi.
Enes Çelik çocukların doyma hissini yaşadığında bunu ifade edebildiklerini, ailelerin de çocuklarına bu noktada baskı yapmayıp saygı duyması gerektiğini belirterek ailelere de şu tavsiyelerde bulundu:
“Yemek esnasında ekranlar kapatılmalı. Ekranlara konsantre olan çocuklar yediklerinin farkında olamayacaklar ve doyum noktasını kestiremeyeceklerdir. Aşırı kontrolcü ve baskıcı bir ebeveyn tutumuyla çocuğa yeme alışkanlığı kazandırmaya çalışmak çocuğun yeme alışkanlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Akşam yemekleri aile ile birlikte günün değerlendirildiği önemli ritüellerdendir. Bir arada olmak yemek alışkanlığı üzerinde teşvik edicidir. Yemeğin belirli zaman diliminde sınırlandırılması ve bu sınıra tüm aile üyelerinin uyması, çocuğun yeme alışkanlığı üzerinde pozitif etki sağlar. Ayrıca yeme süreci aile sofrasının dışına taşmamalı. Sofrada yemeğini tüketmeyen bir çocuğun yeme süreci salona taşınmamalı.”
‘PAZARLIK YAPMAYIN’
Yemek süreci üzerinden çocukla pazarlık yapılmaması gerektiğine vurgu yapan Enes Çelik, “Yemek yeme temel bir sorumluluktur. Bu yüzden pazarlık aracı olarak kullanılmamalı Pazarlık yapmak çocuğu belirli bir şarta bağlar ve çatışmalara neden olur. Uyku düzeninin bozulması, arkadaşlık problemleri, okul değişiklikleri, ebeveynler arası çatışmalar gibi nedenler de çocuklarda stresi tetikleyebilir. Stres altındaki çocuklarda yeme bozuklukları görülebilir. Çocuğun yaşadığı stres kaynağını ifade etmesini sağlamak ve baş etme yolları geliştirmesine destek olmak, beslenme alışkanlığını da daha sağlıklı hale getirebilir” diyerek ailelere dikkat etmeleri gereken önerilerde bulundu.
‘BU BENİM DEĞİL ANNEMİN MİDESİ DEMESİN’
“Özellikle bakım verme yükünün anne üzerinde olması ve annenin çocukla kurduğu ilişkide çocuğu bağımsız düşünmemesi birçok problemi beraberinde getirebiliyor” diyen Çelik, yeme alışkanlığı ile ilgili problemlerin oluşmasında bu bağımlılık ilişkisinin de payının büyük olduğuna ve anne-çocuk arasındaki ilişkide çocuğun annesinden farklı şeyleri sevebileceğinin göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekti.
Yeme alışkanlıklarında tamamen ebeveynin sevdiklerine ve uygun gördüğü porsiyonlara göre hareket etmenin çocuğu yok saymak anlamına gelebileceğini söyleyen Çelik, “Çocuk ‘Doydum’ demesine rağmen ısrarcı davranmak çocuğun bağımsızlaşabilmesi önünde engel oluşturur. Bir süre sonra çocuk ‘Bu benim midem değil, annemin midesi. O doydun derse doyarım’ algısıyla kendi benliğini yok sayacaktır. Bu durum sonucunda ergenlik döneminin başlamasıyla birlikte yeme problemlerinin şiddeti artabilir ve sonuçları ağır olabilir. Çocuğun benliğine saygı duymak ve onu ayrı bir birey olarak kabul etmek birçok sorunun oluşmadan engellenmesini sağlar” diyerek sözlerini noktaladı.