Yüzyıllar evvel Sokrates, cehaletin kişide mutluluk, şüphenin ise tedirginlik yarattığını söylemişti. Bu iki ruh hâlinin tam ortasında bilgi duruyordu filozofa göre: Bilgisizlik ya da bilgi sahibi olmama huzurlu bir yaşama denk geliyordu. Bilgi sanılanı sorgulama ise tehlikeli bir işti düşünüre göre. Nitekim, kendi sonunu getiren de şüphe olmuştu.
Sokrates’in dikkat çektiği ikilem, bugün yaşamımızın merkezinde yer alıyor: Günümüzde bilgi sandığımız şeyler acaba gerçekten öyle mi?
Bilgi ve bilgi olmayanın birbirine karıştığı bugünlerde cehalet ve inkâr, özellikle popülist politikacıların elinde büyük bir güce dönüşüyor. Dolayısıyla bilginin paranteze alınması muteber bir yaklaşım. Böylece gerçek ve yalan arasındaki makas kapanırken bilmemenin mutluluğu, bilmenin tedirginliğinin önüne geçiyor.
Felsefeci, sosyolog ve hukukçu Renata Salecl, ‘Cehalet Tutkusu’ başlıklı kitabında, cehalet ve inkâr bağlamında hakikat sonrası çağda bilginin eğilip bükülerek reddedilmesini felsefi, psikolojik ve politik olarak inceliyor.
KORUYUCU APTALLIKTAN MEDET UMMAK
Gerçekleri inkârın, bilgi olmayanı bilgiymiş gibi sunmakla aynı anlama geldiğini söyleyen Salecl, zamanımızda yeni bir hakikat yoksayıcılığının fitilinin ateşlendiğini not ediyor. Tabii benzer durumların daha önce de yaşandığını aklından çıkarmıyor: “Her çağ kendi cehaletini doğurur; insanların bilgiyle ilişki kurma şekilleriyse son derece bağlamsaldır. Bilgi olarak kabul ettiğimiz şey yalnızca sosyal olarak inşa edilmiş değildir, aynı zamanda bireyseldir de. İşleri daha karmaşık hâle getirme pahasına da olsa insanlar, katlanması güç bir bilgiyle karşılaştığında bir şekilde cehalete ya da inkâra sarılır.”
Lacan’dan ödünç aldığı ve kitabın başlığı da olan “cehalet tutkusu”nun gerçeğin reddiyle ve bilginin inkârıyla hayat bulduğunu hatırlatan Salecl, bunun gerek travmalarla yüzleşmekten kaçınmak gerek popülist politikacılar tarafından iktidarı ve gücü korumak için kullanıldığını belirtiyor. Bilgiye ulaşma yol ve imkânlarının hızla arttığı günümüzde cehalet de benzer bir süratle yayılıyor. Yazarın peşinden gittiği çelişki de bu işte.
Yerleşik bilgileri ve bilgi olmayanı sorgulamaktan vazgeçmenin cehalete kapı açtığını düşünen Salecl, geçen yüzyılda bilgi-güç ilişkisine atıf yapan Foucault’nun aksine günümüzde güç-cehalet ilişkisinin irdelenmesi gerektiğini vurguluyor. Dolayısıyla artık bir “bilişsel atalet” dönemine girdiğimizin altını çiziyor. Başka bir deyişle neyin yalan neyin doğru olduğuna dair kayıtsızlığın arttığı bir dönem bu: Bilmeyi istemek ve sorgulamak yerine bilmemeyi ve sunulana olduğu gibi inanmayı tercih edenlerin sayısının hayli fazlalaştığı bir zaman dilimindeyiz. Popülist siyasetçilerin sahte haberleri rahatlıkla kullanması ise duruma tuz biber ekiyor. Hâliyle “bilmemek (cehalet) ve tanımamak (görmezden gelmek)”, Salecl’ın vurguladığı gibi kolayca tercih ediliyor. Özellikle kriz dönemlerinde cehalete ve inkâra tutunanların sayısının arttığını belirten Salecl’a göre bilgi ekonomisi de cehalet ekonomisi hâline geliyor böylece. Cehaletin ve bununla bağlantılı olarak inkârın “koruyucu aptallık” hâline gelebildiğini söyleyen Salecl, bunun kâh iktidarı koruma çemberine almak kâh kişilerin kendini rahatsız eden durumlardan kaçmak için kullanılabildiğini vurguluyor. Diğer bir deyişle insanlar, koruyucu aptallıktan veya kasıtlı cehaletten gündelik yaşamda faydalanma yolunu seçebiliyor. Sonuçta kendini kandırma ve göz yumma, yaşamda sahte ferahlık için birer enstrümana dönüşür, gerçekçi bakış mümkün olduğunca ötelenirken hem kişisel hem de kolektif cehalet alıp başını gidiyor; amatör “uzmanlık” ise yükseliyor: “İnsanlar, inkârı ve cehaleti kendi gerçeklik algılarına uymayan, rahatsız edici durumların üstesinden gelmek ya da gerçeği daha hoş ve katlanması kolay kılan fantezi yaratma araçları olarak sıklıkla kullanır. Bu taktiklere sosyal ilişkileri sıkı tutmak için de başvurulur.”
Söz konusu durum dışında vahim bir mesele daha var; bilgi ekonomisinin cehalete açtığı kapı: Salecl’a göre “bilgideki temel boşluklarla ilgili olmaktan çıkan cehalet, bilgiye erişimin kâr için sınırlandığı ekonomi mekanizmalarına bağlanıyor.” Bilgiyi sınırlayıp patentleyen bu ekonomi, teknolojiyi kullananların tam olarak anlamasını engelliyor, veri toplayarak algoritmalar oluşturuyor ve “bir tık uzaktaki ‘bilgiye’ erişme kolaylığı” nedeniyle kişilerin derin düşünme yetisini köreltiyor.
NEOLİBERAL ÖNERMELERLE KÖRÜKLENEN BİLGİSİZLİK
Yugoslavya İç Savaşı’nı yaşayan Salecl, savaş-cehalet-inkâr bağlantısını en acı şekilde kuran isimlerden. Özellikle travma ve hatırlamama babında karşılaştıkları, yazarın 1995’ten sonra eski Yugoslavya coğrafyasında neler olduğunu anlamasına yardım etmiş.
Kaygı giderici olarak cehalet, inkâr ve bilginin reddinin bir savunma mekanizmasına dönüşmesinin hem sosyal hem de psikolojik yanı olduğunu vurguluyor Salecl. Bu kaygı durumu ve sonrasındaki savunma refleksi savaş hâlinde, hastalık ânında, bir travma sırasında ya da sonrasında, aşkta, mevcut durumdan uzaklaşmayı kolaylaştırıyor. Başka bir deyişle bilmeme veya göz ardı etme refleksi harekete geçiyor.
Sosyal medya mecralarında “beğenilmeme”, “ihmal edilme”, “yalnızlaştırılma” ve “görmezden gelinme” korkusu nedeniyle kendilerini “başka biri” veya “ideal kişi” gösterme çılgınlığının da cehaleti körüklediğini belirtiyor Salecl. İlgi çekmenin, öne çıkmanın takipçi artırmanın ve kişiselliğini profesyonelleştirmenin bilgiden daha önemli hâle gelmesi cehaleti ve inkârı katlıyor. Üstelik, neoliberal ideolojinin “herkes başarabilir” ve “başarana kadar taklit et” şeklindeki iki önemli önermesi bu süreci hızlandırıyor.
Salecl, bunun dışında bir başka cehalet ve inkâr meselesini gündeme getiriyor: “Büyük veri sayesinde hem ticari şirketlerin hem de devletlerin, insanların gündelik hayatlarını izlemesine olanak tanıyan yepyeni bir gözetim alanı açıldı. Bu kitlesel veri toplama döneminin ilk zamanlarında çoğu insanın, hakkındaki verilerin de bir piyasasının olabileceğini bilmediği neredeyse kesindir. Çeşitli medya organları bir rutin olarak gözetim sorununa değinse de mesele, insanların kişisel verilerinin toplandığına dair bilgi eksikliğinden ziyade bu bilginin inkâr edilmesinde yatar.”
Cehalet ve inkâr, dünyayı nasıl görmek istediğimizle, hayatı nasıl yaşamayı arzuladığımızla yakından ilgili. Oysa bir de gerçekler var; kriz anlarında su üstüne çıkan davranışlarımız… Salecl’ın incelemesinin özünü de bu anlardaki bilme veya bilmeme isteği oluşturuyor: “Kriz zamanlarında insanlar travmatik olaylarla veya hisleriyle yüzleşmekten kaçınmak için bireysel olarak cehaleti benimseyebilir. Bazıları için bu cehalet yine de bilgisizlikle eşdeğer değildir; aksine, sonsuz bir bilgi akışına teslimiyeti gerektirir.”